24 Ocak 2008 Perşembe

Uçağın İcadı

nsanoğlunun uçma hevesi, insanlık tarihi kadar eskidir. Buna rağmen uçaklar ve çeşitli hava araçları 2 yüzyıldır havada…
Modern teknolojinin gelişmesinden önce insan bu eski isteğini yerine getirebilmek için kuşları taklit ederek sonuca varmaya çalışıyordu. Kanatlı araçlar, kanat takan insanlar vs.. tarihte sık rastlanılan olaylardan bazılarıdır.
Yapılan ilk kanatlı alete “Ornithopter” adı verilmiştir. Basit bir ornithopter ağır, hantal, tekerlekli ve kanatları olan bir araçtı. Zarif değildi. Estetik bakımından birçok problemi vardı. Ağır olması yerden kalkmasını zorlaştırıyordu.
Bu problemlerle sağlıklı bir şekilde uçmak imkansızdı. Uçmak için daha değişik yolları düşünmeyen başlayan insanlar daha “hafif” bir çözüm buldular. Balon… Teoride herşey tamamdı. Balonun içindeki gaz, havadan daha hafif olacağı için uçuş gerçekleşebilecekti. Ancak çıkacak bir rüzgarın bu “hafif” balonu nereye götüreceği belli değildi. Aynı şekilde nasıl ineceği de ayrı bir tartışma konusuydu. İnsanoğlu her seferinde olduğu gibi yine hayalkırıklığı içindeydi. Bu işle uğraşan insanlar sadece kuşları seyrederek yetineceklerdi anlaşılan….
Wright Kardeşler Sahneye çıkıyor…..
Ohio, Daytonlu iki bisiklet ustası olan Wilbur ve Orville Wright, 1899′da kuşların nasıl uçtukları hakkında kendilerine ipucu verebilecek herşeyi sistemli bir şekilde incelemeye başladılar. Bilimsel eserlerde ve eski insanların deneyimleri arasında kendi işlerine yarayacak hiçbirşey olmadığını kısa sürede anlayan Wright kardeşler sadece Berlin yakınlarındaki bir tepe üstünden planörle uçuş denemeleri yapan ve bu konuda çok dikkatli notlar tutan Alman mühendisi Otto Lilienthal’in çalışmaları vardı.
Lilienthal kuşların uçmalarını çok yakından incelediği için planörünün bir kuşu andırmasına fazla şaşmamak gerekir. Fakat o içlerinde ünlü ressam ve geçtiğimiz aylarda CircumSpice’ta hayatını okuduğunuz Leonardo Da Vinci’nin de olduğu birçoklarını cezbeden tuzağa, yani kuş uçuşunu temsil eden kanat çırpma olayının cazibesine kapılmadı. Lilienthal uçabilecek bir uçağın havayla temas halinde olan sabit bir kanadı olması gerektiğini gösterdi. Kararlı bir uçuşu gerçekleştirebilmek için gerekli kontrol sadece onun söylediği böyle bir kanat tarafından sağlanabilirdi ve bu konuda Wright kardeşler de onunla uyuşuyordu.
Wilgur ve Orville Wright bilimsel öğrenim görmemişler liseden daha yüksek bir okuldan da ayrı gitmemişlerdi. Fakat uçma alanındaki çalışmalarını ilerlettirken kendi bilimsel yönlerini de model uçaklar, uçurtmalar, insan taşıyan planörler ile yaptıkları yüzlerce deney sayesinde bu konuda bilimsel bir eser hazırlayacak kadar ilerlettiler. Hatta hazırladıkları 200′den çok farklı tipteki kanatları denemek için bir rüzgar tüneli dahi yaptılar. Wright kardeşlerin 17 Aralık 1903′te Orville’in kontrolünde havalanan ilk uçağı aerodinamik ses teorisine bağlı kalınarak yapılmıştı. Otto Lillienthal ve Wright Kardeşler uçak dizaynı kurumunu kurdular. Bundan sonraki her şey hava içinden geçişi ile uçapğın havalanmasını sağlayan sabit kanat doktrininin bir devamıydı. Fakat kanat kontrol edilemiyordu. Wright kardeşler, iyi bir uçak dizaynınnda kanadın ani esen şiddetli rüzgarların zararlı etkisiyle sert havanın aşağı ve yukarı çekici etkisine karşın pilotun düzeltmesiyle kanadın daha uygun bir vaziyet almasını sağlayan bir mekanizma bulunması gerektiğini anladılar. Kuşları gözleyerek sert havalarda uçuş düzeylerini korumak için kanat uçlarını nasıl büktüklerini not aldılar. Kanat bükmeyi planörlerinin kanatlarının uçaklarını bir mekanizma yardımıyla eğerek taklit ettiler. Deneylerinden bunun işe yarayacağını tahmin etmişlerdir. Gerçekten de işe yaramıştır. Kanat eğmenin uçuş aerodinamiğini nasıl etkilediğini doğru bir şekilde tahmin ettiler ve anladılar. Wright Kardeşler artık uçabilen bir uçak yaratmışlardı. Yeni görevleri ise onu nasıl uçuracaklarını öğrenmekti. Bunu onlara gösterebilecek ne bir kitap ne de bir öğretmen vardı. Fakat nasıl dizayn yapılacağını öğrendikleri gibi bunu da öğrendiler.Yavaş yavaş ve metotlu bir şekilde uçakla dönüş yapabileceklerinden çok zaman önce emin olmuşlardı. Daha ilk denemelerinde uçak tam bir daire dönüşünü kolaylıkla tamamlayarak havalandıkları noktanın yanına indi. Uçak dizaynını diğerleri Wright kardeşlerinin seviyesine gelinceye kadar bir süre olduğu yerde saydı. Pilotun kanadın üzerine yatık bir şekilde yatık bir şekilde durmaktan kurtarıp oturmasını sağlayacak bir yer yapılması gibi zorunlu bir takım şeyler gerekiyordu. Wright kardeşler pilotun oturabildiği bir uçak dizaynı hazırladılar. Ayrıca bir de iniş takımı yaparak kendilerini ilk uçuşlarında yanlarında taşıdıkları tekerlekli kriko ve monoraydan kurtardılar
Bu arada 1909′de Manş Denizini ilk defa uçarak geçen Fransız Louis Bleriot, 1. Dünya savaşının en başarılı avcı uçağını ve savaş sonrasını ulaştırma işlerinde büyük üstünlük sağlayan 3 motorlu uçağını yapan Hollandalı Anthony Fokler ,Glenn Curtiss ve Glenn Martin gibi diğer tasarımcılar olarak belirmeye başladılar. Bu kişilerin düşüncelerinin yeni ve çekici endüstri dalına girmesiyle uçak dizaynı değişmeye ve yerine oturmaya başladı.
Dünya giderek küçülüyor, ve bu küçülmeyi sağlayan büyük etmenlerden biri uçağın icadı. Artık lüks olmaktan çıkan uçaklar, ulaşımın demirbaşlarından olmaya başladılar. Gelişen teknoloji ve sosyal imkanlar sayesinde, gelecekte bir gün her şehrimizde bir hava alanı olduğunu düşünmek hayal gücümüzün değil gerçeğin eseri olacağa benziyor. Teşekkürler.WrightKardeşler!…

Futbol Tarihi

İnsanoğlunun “top” ile oynamaya başlamasının tarihi çok eskilere dayanıyor. Mısır’da mezarlardaki duvar resimlerinde ayakla top oynayan insan figürlerine rastlanmıştır. Hatta bu zamandan kalma, 7.5 cm çapında deri veya ketenden yapılmış toplar 2500 yıl önceden günümüze kadar ulaşmıştır ve kimi müzelerde sergilenmektedir.
Homeros da “Odiesa”da top oyunlarından bahseder. M.Ö 2500 yıllarında da Çin’de yere dikilmiş iki mızrak arasından bir topu tekmelemek suretiyle geçirmeye çalışarak talim yapıldığı bilinmektedir
Orta Asya Türklerinin de kız ve erkeklerden kurulu karma takımlarla, topa elle dokunmadan, sadece ayak ve kafa ile vurularak rakip kaleden içeri atmaya çalışarak bir oyun oynadıkları kaynaklarda yer alıyor. İçlerinde Kaşgarlı Mahmut’un da bulunduğu pek çok tarihçinin kitaplarında da Türklerin oynadığı “Tepük” isimli bir oyundan bahsedilir. Bu oyunun söylenen kuralları günümüz futbolununkilere oldukça benzer. Elle oynamak yasaktır, Faullü hareketler tespit edilmiştir, top oyun alanının dışına çıkamaz…

Futbol tarih boyunca hemen hemen bütün medeniyetlerde benzer biçimlerde boy gösterdikten sonra bugünkü haline en yakın seklini 17. yüzyılda İngiltere’de almıştır. Daha sonraki gelişimi ise şöyle gösterilebilir:

1841 - Futbol topunun tam bir küre biçiminde olmasının kabulü.
1848 - “Cambridge kuralları” adi altında futbol kuralları toplanmış ve bu kurallarla ilk futbol maçı Cambridge’de öğrenciler arasında ilk futbol maçının oynanması.
1855 - Bir İngiliz takımının ilk kez yurt dışına çıkarak futbol oynaması ve böylece Almanya’da futbolun temelini atması.
1857 - İngiltere’de ilk futbol kulübü Sheffield Club’in kurulması.
1863 - İngiltere Futbol Federasyonunun ve böylece modern futbolun doğuşu.
1870 - Portekiz’de oturan İngilizlerin burada futbolu yaymaya başlamaları.
1871 - “Kral Kupası” veya “İngiltere Federasyon Kupası” nın başlaması.
1872 - “İngiltere-İskoçya” , ilk milli maç.
1875 - Kalelere üst direk konulması ve topa kafayla vurulmasına izin verilmesi.
1876 - Korner kuralının kabulü.
1879 - Glascow’dan Darwen’e para teklifiyle futbolcu getirilerek profesyonellik yolunun açılması.
1882 - Futbol kurallarında değişiklik yapmaya yetkili “International Board”un kurulması.
1885 - Profesyonelliğin İngiltere’de resmen kabulü.
1886 - Ofsayt kuralının kabulü.
1889 - Danimarka ve Hollanda’da futbol federasyonlarının kurulması.
1890 - Futbol maçlarında tam yetkinin hakemlere verilmesi.
1891 - Penaltının kabulü.
1893 - Amerika’da ilk futbol federasyonunun Arjantin’de kurulması.
1895 - İngiltere’de bayanların ilk futbol maçını oynaması.
1899 - Sürenin 90 dakika, ölçülerin 118.4 x 91.4 olarak belirlenmesi.
1901 - Sheffield United - Tottenham Hotspur federasyon kupası finalini 110.802 kişinin izlemesi.
1902 - İngiltere dışında oynanan ilk milli maçta Avusturya’nın Macaristan’ı 5-0 yenisi.
1903 - Averajın kabulü.
1904 - Belçika, Fransa, Danimarka, Hollanda, İspanya, İsveç, İsviçre’nin FIFA’ yı kurması.
1906 - Kıtalar arası ilk milli maçta Güney Afrika’nın Brezilya’yı Brezilya’da 5-0 yenmesi.
1907 - Kendi sahasında bulunan bir futbolcunun ofsayt sayılmamasının kabulü.
1908 - Londra Olimpiyat Oyunları’nda futbolun ilk kez olimpiyat oyunlarında yer alması.

FUTBOLUN TÜRKİYE’YE GELİŞİ

Modern futbolun İngiltere’den çıkarak yayılması sırasında Osmanlı İmparatorluğu’nun belli başlı ticaret limanlarındaki kentlere yerleşen İngilizler futbolu ülkemize sokan kişiler olmuşlardır. İstanbul, İzmir, Selanik futbolun oynandığı ilk 3 şehir olmuştur. Buralarda İngilizler futbol oynarken Rumlar da onlara katılmışlar ve hem futbol oynayanlar hem de takımlar önemli sayıda artmıştır. Osmanlı topraklarında ilk futbol maçının 1875′te Selanik’te oynandığı bilinmektedir. 1877 yılında ise İzmir’in Bornova çayırlarında futbol maçları yapılmıştır. Ancak, bu sıralarda Müslüman gençlerin futbol oynamaları hoş karşılanmayacağı için Türklerin futbol oynamaları için biraz daha süre geçmesi gerekmiştir. İzmir’de ilk futbol kulübü 1894 yılında İngilizler tarafından kurulmuş ve adı “Football Club Smyrna”olmuştur. İstanbul’da futbol oynanmaya başlanması ise ancak 1895 yılında Kadıköy ve Moda’da olmuştur. İzmir’den İstanbul’a göçen İngilizler burada futbol oynamışlardır. Buradaki Rumlar da futbola merak salmışlardır ve futbol İstanbul’da çok büyük bir hızla yayılmıştır. 1897, 1898, 1899, 1904 yıllarında İzmir karması ve İstanbul karması 4 maç oynamışlar ve bunların tümünü İzmir karması kazanmıştır. 1906 yılında Atina’da düzenlenen “Ara Olimpiyat”ta İzmir karması ve Selanik Karması yer almıştır. İzmir karması bu turnuvada 2., Selanik karması da 3. olmuştur. İzmir karması İngilizlerden, Selanik karması ise Rumlardan oluşuyordu.

Şizofreni

Şizofreni, yeryüzündeki her yüz kişiden birini etkiliyor. Dünyada 60 milyon, Türkiye’de ise 600 bin şizofreni hastası bulunuyor.Şizofreni, düşünceleri, algıları, duyguları ve davranışları etkileyen ve hastanın işlevlerinde önemli bozukluklara neden olan belirtilerin görüldüğü kronik bir hastalık olarak tanımlanabilirHastalığın ilk veya akut döneminde hezeyanlar ve halüsinasyonlar gibi şiddetli psikotik belirtiler görülür. Halüsinasyon, diğer insanların hissedemediği şeyler duymaya, görmeye ve hissetmeye verilen addır. Olmayan nesneler, objeler görme, kokular duyma gibi… Hezeyanlar ise, başkaları için uygunsuz ya da olanaksız görünen, doğru olmayan tuhaf fikirlerdir. Birinin hastanın düşüncelerini kontrol ettiği veya hastayı sürekli olarak izlediği şeklinde bir inanç gibi…Akut dönemi belirtilerin yatıştığı dönem izler.Şizofreni hastalarında depresyon belirtileri sık görülür. Hastalarda bellek, problem çözümü ve planlama gibi düşünce süreçleriyle ilgili bozukluklar da ortaya çıkabilir. Şizofreni hastalarının büyük bölümü üretken bir yaşam süremez ve yalnızca yüzde 20’si, genellikle az beceri gerektiren işlerde çalışır.Şizofreni tedavisinin temelini antipsikotik grubu ilaç tedavisi oluşturur.Bir psikiyatri uzmanının kontrolünde uzun süreli ilaç tedavileriyle hastalar günlük yaşantılarına dönebilirler. Tedavide, ilaçlara ek olarak destekleyici ve bilgilendirici bireysel, grup ve aile tedavilerinin uygulanması da önemli yararlar sağlar.
ŞİZOFRENİ NEDİR?Şizofreni epilepsi, Multipl Skleroz gibi bir beyin hastalığıdır.Bütün kronik hastalıklar (Şeker hastalığı, astım, romatizma…) gibi alevlenme ve yatışma dönemleri gösterir.Tedavi edilebilir bir hastalık olmakla beraber zaman zaman alevlenme dönemleri olabilir, hastaların önemli bir kısmında hastalık tamamen ortadan kalkmayabilir.Bu ciddi hastalık yeryüzündeki her yüz kişiden birini etkiliyor. Dünyada 60 milyon, Türkiye’de ise 600 bin şizofreni hastası bulunuyor.Hastalık genellikle 15-25 yaş aralarında başlamakla beraber orta yaşlarda başlaması da mümkündür. Hastalık ne kadar erken yaşlarda başlarsa kişilik üzerindeki hasar o kadar fazla olur ve normal bir yaşam sürme şansı azalır.
ŞİZOFRENİ NE DEĞİLDİR?Şizofreni kişilik bölünmesi demek değildir.Şizofreni hastaları nadiren çevreye zarar verir.Şizofreni kelimesi, bir konuda farklı ya da zıt duygular taşımak şeklinde hatalı olarak kullanılır. Bu insan doğasında bulunan bir özelliktir.Şizofreni erken bunama değildir.Aşı gibi yollarla korunmanın mümkün olduğu bir hastalık değildir.Yazar & Kaynak: Pfizer-Sağlık Bülteni Dergisi

Yüksek Ateş

Günümüzde ateşin en ufak yükselişi bile anneleri telaşlandırmakta ve hemen düşürmek çabasına sokmaktadır. Ancak ateşin aslında çok da olumsuz bir şey olmadığını bilmenizde fayda var. Ateş zarardan çok fayda sağlar. Vücudun mikroplara karşı savaştığının bir göstergesidir. Bilimadamları ateşi şöyle açıklıyorlar:Vücudu istila eden çeşitli mikroplar, virüsler ve bakterilere karşı savaşan akyuvarlar interlökin adı verilen bir hormon salgılarlar. Bu hormon beyne giderek vücut ısısını ayarlamasını söyler. Böylece vücudun ısısı artınca akyuvar hücreleri istilacılara karşı daha iyi savaşırlar. Ayrıca yüksek ısıda bu hastalık yapan organizmalar savunmasız kalırlar. Hatta bazen vücut ısısını çok düşürerek mikropların mineral ihtiyacını karşılamasını önleyerek onları ölüme terkederler. Vücuda bir virüs saldırdığında ateş sayesinde vücuttaki antivirüs maddelerinin ve interferonun üretimi hızlanır.Kısacası ateş aslında vücudun enfeksiyona karşı geliştirdiği önemli bir savunma mekanizmasıdır. Doktorlar altı aylıktan büyük bebeklerde ateş 39 dereceyi geçmeden düşürmeyi önermiyorlar. Ancak ağrılar sızılar çok olursa Calpol tarzı ağrıkesici ve ateş düşürücü özelliği olan bir ilaçtan az miktarda verebiliyorlar. Ateşin kaynağı bir enfeksiyonsa antibiyotikle tedavi gerektiriyor olabilir. Bu durumda antibiyotikler hastalıkla mücadele ettiğinden ateşi dolaylı yoldan düşürmüş olurlar.Eğer kan zehirlenmesi ya da sıcak çarpması gibi farklı bir sebepten ateş yüksekse ateşin derhal düşürülmesi gerekir. Ayrıca altı aydan küçük bebeklerde ateşin yüksek olması tehlikeli olabilir. Ateş, vücudun enfeksiyonlara cevabı olduğunda nadiren 41 dereceyi geçer asla 42 dereceyi aşmaz. Sıcak çarpması gibi durumlarda ateş 45.5 dereceye kadar yükselebilir. Acil müdehale gerekir.Bebeğin Ateşini Nasıl Ölçeceksiniz? Genelde her annenin yaptığı gibi dudaklarınızı bebeğinizin alnına değdirin. Eğer sıcak geliyorsa bebeğin ateşi yükselmiş demektir. Ancak bazen bebeğin dış sıcaklığı normal gibi gözükse de iç ateşi olabilir. Bebeğinizin hareketlerinde bir anormallik seziyorsanız, hasta gibi görünüyorsa, daha büyük çocuklarda halüsünasyon görmeler varsa ateşi derhal ölçmenizde fayda vardır.Rektal yoldan ateşi ölçmek: Bebeğinizi alt açtığınız yere yatırın ve bezini çıkarın. Bebeğin iki ayağını bir elinizle kavrayarak yukarı kaldırın. Eğer bebeğiniz bu şekilde huzursuz oluyorsa onu yan yatırabilirsiniz veya dizlerinizin üzerinde yüz üstü yatırabilirsiniz. Rektal olarak kullanacağınız dereceyi asla ağızda kullanmayın. Derecenin ağız kısmı (metal kısım) tamamen girinceye kadar makata sokun. Bebeğin poposunu elinizle sıkıştırarak en az iki dakika bekleyin. Bu arada bebeğinizi sakinleştirmek için şarkı söyleyebilirsiniz veya televizyon seyrettirebilirsiniz. Bebeklerde en güvenilir yöntemdir.Koltuk Altından Ateşi Ölçmek: Bebeğinizin koltuk atına dereceyi yerleştirin ve kolunu bir elinizle sıkıştırın. Kolunu dirseğinden sıkıştırın ki oynama olmasın. Bu şekilde en az dört dakika tutmaya çalışın. Bebeğinize kolunun altında bir şey olduğunu unutturmaya çalışın. Kucağınızda gezdirin. Onu oyalamak için bildiğiniz her yöntemi deneyin.Ağız Yoluyla Ateşi Ölçmek: Ancak büyük çocuklarda mümkündür. Dereceyi dilinin altında tutması ve ağzını kapalı tutması gerekir. Bu da çocuğunuz dört beş yaşına gelmeden pek mümkün olmaz. Derece 2-4 dakika bu şekilde tutulmalı.Hangi Değerler normaldir? Ağız yoluyla ölçülen ateş eğer 37 dereceyse normaldir. Koltuk altı bu değerden yarım derece kadar daha düşüktür. Yani Koltuk altı 36.5 derece normaldir. Rektal olarak ise ateş daha yüksek çıkar. Rektal 37.5 derece normaldir.Bebeğinizi Ne Zaman Doktora Götürmelisiniz? Bebeğinizin ateşi rektal olarak 40.5 derecenin üzerindeyse, havale geçiriyorsa, sürekli ağlıyor ve sakinleşmiyorsa, ensesi sertse ve başını öne eğemiyorsa, sıcak çarpması olasılığı varsa, cildinin her hangi bir yerinde mor noktalar varsa, havale geçiriyorsa, iki aylıktan küçükse derhal acile götürün. Bu arada üzerini çok sarmalamayın ve ateş düşürücü fitil uygulayın.Eğer bebeğiniz iki aylıktan büyükse, rektal ateşi 39 dereceden fazlaysa, susuz kalma belirtileri görüyorsanız (idrar koyu sarı ve az, gözyaşı yoksa, bezinde kırmızı lekeler varsa), ateş ilaçla düşmüyorsa, bir kaç gündür hafif seyreden ateş birden bire yükselmişse, ateş 24 saatten uzun süredir yüksekse, bebeğiniz çok huzursuzsa, davranışında değişiklik varsa bebeğinizi uygun bir zamanda doktora gösterin.Ateşi Nasıl Düşüreceksiniz? Ortamı 20-21 derecede tutun. Bebeğinizin üstündekileri çıkarın. Üzerinde yalnızca badi (body) kalsın. Hava sıcaksa yalnızca beziyle dursun. Ateş rektal olarak 39 dereceden yüksekse ateş düşürücü İbufen (yalnızca doktorunuz önerdiyse) veya Calpol gibi ilaçlar verebilirsiniz. Ateşi düşürmek için aspirin vermeyin. Ateşin kaynağı viral bir hastalık olabilir. Paranox türü fitil de uygulayabilirsiniz.Ateşi düşürmenin en iyi yolu ıslak bez uygulamasıdır. Bunun için bebeği havlu üzerine yatırın. Bir kaba ılık su doldurun. Beş tane bez veya mendil alın. Ilık suyla ıslattığınız bezleri sırayla alnına, kol altlarına, bacaklarının üst kısmına yayın. Bu işlemi bezler ısındıkça tekrarlayın. Bu uygulamayı en az yarım saat sürdürün. Vücut ısısının düşmesi için bu süre gereklidir. Bu sürenin sonunda ateşi tekrar ölçün. Bu arada kapdaki su ısınmışsa değiştirin. Ateşi düşürmenin en etkili yolu ıslak bez uygulamasıdır. Ancak ateş tekrar yükselebilir. Eğer ateş 24 saat boyunca tekrar tekrar yükseliyorsa mutlaka doktora danışın.Bebeğiniz yüksek ateşliyken daha çok kaloriye gereksinim duyar. Onu sevdiği gıdalarla besleyin. Ne yemek istiyorsa verin. Gofret çikolata cips gibi besinlerin değeri yoktur. Ama mesela bebeğiniz muzu çok seviyorsa ona istediği kadar verebilirsiniz. Ya da ekmek, bebe bisküvisi, meyve, yoğurt gibi. Ayrıca sıvı alımını artırmaya çalışın. Ancak içmek istemiyorsa asla zorlamayın. Çeşitli sıvıları sürekli sunmaya devam edin.

Tıp’ta Nano Teknoloji Kullanımı

Latince “nanus” kelimesinden gelen nano kelimesi cüce anlamına geliyor. Bilim alanında nano kelimesinin günümüzdeki anlamı ise metrenin milyarda biri anlamına gelen teknik bir ölçü birimidir. Nanometre; bir metrenin milyarda biri ölçüsünde bir uzunluğu temsil eder ve bu da yaklaşık olarak ard arda dizilmiş 3 ya da 5 atom kadar eder.Elektron mikroskobunun bulunması ile birlikte, artık malzeme üretirken malzemeyi oluşturan elementlerin atomları üzerinde çalışmalar yapılarak (atomların diziliş biçimler değiştirilerek) onlara çeşitli şekiller verilmeye başlanmıştır. Günümüzde nano teknoloji yardımıyla maddeyi oluşturan atomların dizilişinde şekillendirmeler yapılabilmektedir. Nano teknoloji; maddenin nanometre ölçeğinde yani moleküler düzeyde denetlenmesi yoluyla gerçekleştirilen işleme, ölçüm, modelleme ve düzenleme gibi çalışmalarla yeni malzeme, cihaz ve sistemlerin tasarlanması ve üretilmesini konu alan bir teknoloji dalıdır.
Maddeler nano boyutta farklı davranışlar hata olağanüstü davranışlar gösterir. Olağan halde ışığı ve elektriği iletmeyen maddelerin, nano boyutta tam tersi özellikler göstermesi ve olağan boyutta sert olmayan maddelerin nano boyutta elmastan bile sert bir davranış göstermelerinin anlaşılması, günümüzde nano teknolojiyi gündeme getirmiştir. Malzemeler nano düzeyde küçültüldüğü zaman, normalde görmediğimiz yeni üstün özelliklerin ortaya çıkması; böylece üretilen nano teknoloji ürünlerinin daha dayanıklı, daha hafif ve daha hassas özellikle donatılmış olması günümüzde nano teknolojiyi ilgi odağı haline getirmiştir.
Nano teknoloji; sadece üç adet atomdan oluşan küçük bir su molekülünden, hemoglobin gibi oksijen taşıyan bir protein molekülüne ya da DNA zincirine kadar çok geniş bir alanı kapsayan yeni bir teknolojidir.
Nano teknoloji ürünleri, beyin damarlarının içerisine, dişin içine, vb. insan vücudu içerisinde her yere yerleştirilebilir. Nano teknoloji ürünü chipler ve özel donanımlar ile canlı organizmalar uzaktan kontrol edilebilir. İnsan saçı içerisine sığabilen özel kablolarla özel bir iletişim sistemi de kurulabilir.
Nano teknoloji sayesinde, çok küçük boyutlarda üretilebilen nano robotlar yapılabilecektir. Günümüzde, nano boyutta fonksiyonel olabilen bu robotları insan kanına verip insan vücudu içerisinde hasarlı organı onarabilecek nano robot teknolojileri ile ilgili proje çalışmaları yapılmaktadır. Beynin kılcal damarları tıkandığında, nano tüpler ile bu tıkanmalar giderilebilecektir. İnsan beyni, içerisinde kimyasallar ve elektronlar bulunan bir yapıda olup beyin hücreleri ararsındaki iletişim nano seviyededir. Beyin damarları içerisinde kan ile hareket eden nano tüpler vasıtasıyla hatasız teşhis ve tedavi yapılabilecektir. Bir tür sinirsel iletişim eksikliğinden kaynaklanan ve genel adı felç olan hastalığa, nano teknolojiyle üretilen yapay kılcal damarlar ile çare bulunacaktır.
Bir süper bilgisayar tarafından kontrol edilen ve vücudumuzun yapay bağışıklık sistemini oluşturacak nano robot ordularının üretilmesiyle nüfuz edilemez bir bağışıklık sistemimiz olacak ve AIDS virüsleri bile size etki edemeyecek. Ana arterlerimizde ve kılcal damarlarımızda gezinen mini robotlar düşünün… Vücudumuza bir defa enjekte edildikten sonra çalışmaya programlanan nano robot sürüleri kan dolaşımı ile istenilen bölgeler gidip hep beraber hasar görmüş bir organı veya dokuyu tamir edebilecek. Tıkanan damarları açabilecek veya hastalıklı hücreleri tahrip edebilecekler. Artık kalp krizi riskinden, enfeksiyona bağlı hastalıklara kadar birçok rahatsızlıktan kurtulacaksınız. Hatta bu mini robotlar vücuda ek bir bağışıklık sistemi bile kazandırabilirler. Hedef hücrelerin özellikleri programlandığında, örneğin vücuda giren herhangi bir virüse saldırabilir ve bünye hastalanmadan virüs istilasını durdurabilirler. Aynı zamanda vücuttaki her bulguyu rapor edip doktorluk da yapabilirler.
Nano teknoloji, ilaç sektöründe de kullanılmaktadır. Vücuda alınan ilaçlar, normalde vücudun her yerine dağılmakta ve gerçek hedefe gitme olasılığı azalmaktadır. Halbuki nano partiküller ile ilacı doğrudan doğruya gitmesini istediğimiz gerçek hedefe gönderebiliriz. Bunu, hedefi vuran nano kurşuna benzetebiliriz. Böylece ilaç doğrudan doğruya hasta bölgeye veya hasta dokuya gönderilebilecektir. Nano tabancalar ile doğrudan hücreye müdahale edilebilecektir. Mevcut yöntemlerle ilaç alımında, vücudun küçük bir bölgesini tedavi etmek için vücudun başka bir yerini zehirlemek gibi bir risk bulunmaktadır ve bu verimsiz bir yöntemdir. Klasik yöntemle ilaç kullanımında, vücudun kritik iç organları, beyin, karaciğer, böbrek vb. zara görebilmektedir. Halbuki nano teknoloji ile yapılan tedavide, ilaç nnao kapsüllere yükleniyor ve bu nano kapsüller şırınga ile sadece hasta bölgeye veriliyor. Sonra da bo nano kapsüller patlatılıyor ve sadece gerekli yerlere ilaç zerkedildikten sonra da bu zararsız nano kapsüller vücuttan dışarı atılıyor. Gelecekte nano biyolojik ürünler gündeme gelecek, suni organ yapımında nano parçalar kullanılacak, anında teşhis koyabilen sağlık tarama araçları yapılabilecektir.
Pek yakın gelecekte, medikal nanoteknoloji alanında bir devrim yaşanacak diyebiliriz… Örneğin sanal olarak hastalıkların önüne geçilebilecek, moleküler seviyede hücreleriniz tamir edilecek ve yaşlanma yavaşlatılacak. 50 yaşındayken kendinizi 25 yaşında hissedeceksiniz.Yazar & Kaynak: Süleyman YAĞCIZEYBEK, http://www.milliegitim.biz/git.asp?nereye=Ayrinti&id=2861

Sara

Çocuğunuzda bir ya da birkaç kez bayılma, morarma, sıçrama, çırpınma, anlamsız bakma, dalma veya size olağandışı gelen benzeri bir rahatsızlık durumu olabilir ve bir süre sonra tamamen düzelebilir. Danışman olarak önce aile büyüklerine başvurulduğunda, sevilen toruna “hasta” damgasının vurulmaması için ve bu geçici rahatsızlıktan çocukta gözle görülür hiçbir iz de kalmadığından doktora gidilmesi gereksiz görülebilir. Bu bir hatadır ve erken tanıyı geciktirir. Çocuğunuzun doktoruna mutlaka zaman geçirmeden başvurmalı ve gerekli tetkikleri mutlaka başlatmalısınız. Bu yazıda çocuğunuzun özel durumunun teşhisi ve tedavisi yoktur. Burada doktorunuza giderken daha bilgili olmanızı sağlayacak genel bilgilere, yaşadığınız olayla ilgili hissettiklerinize, aklınıza takılan ve doktorunuza sormayı unuttuğunuz bazı konulara yer verilecektir.Konu hakkında doğru bilginiz ne kadar fazla olursa çocuğunuza yardım etme imkanınız da o kadar artacaktır. Çocuğunuzun iyiliği için profesyonel yardım ve tıbbi tedavi tabi ki gerekmektedir. Ama siz, tedavideki en önemli kişilersiniz. Çünkü çocuğunuzun ileride kendine güvenen ve bağımsız bir erişkin olması için gereken sevgi ve anlayışı ona sadece sizler verebilirsiniz.
Epilepsi Nedir?Doktorunuz çocuğunuzda mevcut nöbet ya da nöbetlerin “epilepsi” nöbeti olduğunu söylerse ilk sorunuz epilepsinin ne anlama geldiği olacaktır. Bu sözcük halk arasında “sara” adıyla tanınır. Epilepsinin ne olduğunu anlayabilmek için beyni bir bilgisayar gibi düşünmekte yarar vardır. Beyin hücreleri de bilgisayar parçaları gibi birbirleri ile bağlantılıdır ve haberleşmek için küçük elektriksel uyaranlar kullanırlar. Bazen beyinde normal olmayan bir elektriksel aktivite oluşur ve bu olay çocuğun nöbet geçirmesine neden olur.
Bu olay belirli aralarla tekrarlanırsa o kişi de epilepsi var demektir. O halde nöbet, beynin kuvvetli ve hızlı bir elektrik akımı ile kaplanması sonucu oluşan kısa ve geçici bir durumdur, ruh ya da akıl hastalığı değildir ve bazı nadir durumlar dışında zeka geriliğine yol açmaz.
Epilepsiye yol açabilen nedenlerÇoğunlukla epilepsinin bir açıklamasının bulunamaz. Çocuklarda epilepsiye en sık yol açan nedenlerişöyle özetleyebiliriz.
Doğuştan gelen hastalıklar: Kromozom hastalıkları, yapım maddeleri ile ilgili değişiklikler içeren metabolik hastalıklar, bazı enzim eksiklikleri gibi doğuştan gelen nedenler.Gebelikte bebeğin beyin gelişimini etkileyen mikrobik hastalıklar, annenin ilaç ve alkol alımı.Doğum sırasında meydana gelebilecek beyin zedelenmesi, kanaması ve beynin oksijensiz kalması.Doğum sonrası menenjit, beyin iltihabı.Kazalara bağlı beyin zedelenmesi.Beyin tümörleri.Uzun süren ateşli havaleler.
Bazen nöbetler, olaydan yıllar sonra ortaya çıkabilir. Bir çok vakada da nöbetlerin nedenlerini en modern araştırma yöntemleri ile dahi bulabilmek mümkün olmayabilir.
Epilepsi çocuğunuza sizden mi geçmiştir?Bir çocuğunuz daha olursa onda da epilepsi gelişme ihtimali var mıdır? Her iki soruya da verilebilecek cevap büyük oranda hayır olacaktır. Ancak hem anne hem de babanın ailesinde epilepsi olduğuna dair bulgu, ya da tek bir tarafta epilepsi hikayesi ile birlikte anne-baba akrabalığı varsa ve özel bazı epilepsi türlerine sahiplerse kalıtımın rolü olduğu söylenebilir. Bu konuda her hastanın kendi içinde değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu yüzden bu konuda daha fazla bilgi almak için doktorunuzla görüşmeniz tavsiye edilir.
Epilepsi nöbetleri nasıldır?Elektriksel bozukluk eğer beynin sadece bir kısmını etkilerse “parsiyel nöbet” dediğimiz nöbet tipi oluşur. Parsiyel nöbetlerin en sık görülen türü şuur kaybı ile birlikte olan “kompleks parsiyel” nöbetlerdir. Kişi sersemlemiş ve şaşkın bir haldedir, gözlerinin önünde benekler görebilir, kulakları çınlayabilir, mide bulantısı olabilir, elbiselerini çekiştirebilir, ellerini kollarını anlamsızca oynatır ve yaptıklarının farkında değildir. Genellikle nöbet geçtikten sonra da olanları hatırlamaz.
Başka bir parsiyel nöbette belli bir kas grubunu (örn: bir kolu veya yüz yarısını) kontrol eden beyin bölgesinin etkilenmesi ile olur. Nöbet esnasında sadece o kas grubu etkilenir ve kontrol edilemeyen hareketler yapmaya başlar, bu olaydan başka hiçbir kas grubu etkilenmez ve şuur kaybolmaz (basit parsiyel, fokal motor nöbetler).
Bütün beyin etkilendiğinde ise sonuç jeneralize nöbettir. Jeneralize nöbetin bir çeşidi jeneralize tonik-klonik nöbettir (grand-mal). Grand-mal nöbet geçiren bir kimse aniden şuurunu kaybeder ve yere düşer, kasları kasılır sonrada bütün vücudu sarsılmaya başlar, ağzından köpük gelebilir, dilini ısırabilir, idrar ve kakasını kaçırabilir, dudaklarında, yüzünde, ellerinde morarma olabilir. 1-5 dakika sonra çırpınma hareketi durur, arkadan bazen uyuklama veya yorgunluk dönemi başlar, bundan sonra kalkıp daha önce yaptığı işine devam eder.
Başka bir jeneralize nöbet tipi dalma (absans, petit-mal) nöbeti olarak bilinenidir. Bu nöbet o kadar kısadır ki, hissedilmeden geçebilir. Absans nöbeti geçirenler hayal kuruyormuşcasına çevrelerine birkaç saniye anlamsız gözlerle baktıktan sonra yaptıkları işlerine devam ederler. El kol hareketi yoktur, kişi kısa bir zaman için şuurunu yitirmiştir. Tedavisiz kalırsa bir gün içinde defalarca tekrarlayabilir. Bu tip nöbetler çok kısa süreli olduğundan aile tarafından pek önemsenmeyebilir veya farkedilmeyebilir.
Nöbetlerin peşpeşe gelmeleri haline “status epileptikus” denir. Hayati tehlikesi olan bu durumda hastanın acilen hastaneye kaldırılması gerekir.
Her epilepsi nöbetinde şuur kaybı olmayabilir. Bazı nöbetler de sadece uykuda görülebilir. Burada anlatılanlar en sık görülen nöbet tipleridir. Epilepsinin başka tipleri de vardır.
Hastalığın teşhisiEn ideali hastanın nöbetini doktorun görmesidir. Ancak çoğunlukla bu mümkün olamaz, bu nedenle doktorunuz önce nöbeti gören kişiler ve anne-babadan nöbetin başlangıcı, sıklığı ve özellikleri hakkında ayrıntılı bilgi alır. Ayrıca gebelik, doğum, çocuğun gelişimi ve diğer aile bireylerinde nöbet olup olmadığı konusunda bilgi isteyecektir. Ayrıntılı bir nörolojik muayeneden sonra bazı laboratuvar tetkiklerine ihtiyaç doğabilir. Bunların başında elektroensefalografi (EEG) gelir. Bunun yanısıra beyin tomografisi (CT), manyetik rezonans (MRI), uzun süreli EEG-video monitorizasyon ve çeşitli biyokimyasal ve metabolik tetkikler (kanda, idrarda ve beyin-omurilik sıvısında) gerekli olabilir. Bu tetkiklerin hiçbirisinin hasta açısından önemli bir tehlikesi yoktur. Aksine bu nöbetlerin nedenini bulmak, epileptik olmayan diğer bazı nöbetlerden ayırdedebilmek için gereklidir.
Doktorunuz epilepsi teşhisini kesin bazı deliller olmadan koymaz. Uzun süreli en az 4-5 yıllık, belki de ömür boyu sürecek ciddi ve zahmetli bir tedaviyi gerektirdiğinden teşhisi koyarken çok dikkatli davranmalıdır. Bu aşamada doktor aile işbirliğinin çok büyük önemi vardır.
Nöbet anında yapılması ve yapılmaması gerekenlere ilişkin bazı basit kurallarBüyük bayılma şeklinde nöbet geçirmekte olan çocuğunuza yapılacak şey onu olabilecek zararlardan korumak ile sınırlıdır.Sakin olun, çocuğun yanından ayrılmayın, yardım gerekiyorsa bir başkasını bu işle görevlendirin.Çocuğu yere yatırın, etrafındaki sivri maddeleri ortadan kaldırın.Çocuğu yan döndürüp tükrüğünün dışarı akması ve daha rahat nefes alıp vermesi için başını hafif yana arkaya eğin.Elbiselerini gevşetin, şayet takıyorsa gözlüklerini çıkartın, hastanın dilini ısırmasını engellemek amacıyla elle veya bir cisimle çeneyi açmaya çalışmayın, ağzına hiçbir şey koymayın. Ancak ağızdaki yiyecek maddelerinin çıkartılması yararlı olur.Üzerine su dökmeyin, zorla nefes aldırmaya çalışmayın, çocuğu sallayarak ya da yüzüne vurarak, bazı maddeler koklatarak uyandırmaya çalışmayın.Nöbet esnasında ilaç vermeye çalışmayın, doktorunuzun önerileri dışında kendi kendinize nöbetin geçmesine yönelik hiçbir şey yapmayın.Unutmayın ki nöbet sonrasında çocuk yorgun, ne yaptığını bilmez haldedir, bu aşamada elinizden geldiğince sakin bir şekilde teskin ederek bu durumun düzelmesini bekleyin, güven verici olun.Nöbetler hakkında verebileceğiniz tüm bilgiler hem çocuğunuza, hem de doktorunuza yardımcı olacağından dikkatli bir gözlem daha sonra doktorunuzun sorularını cevaplamada çok işe yarayacaktır.Akıllıca gözlemek akılsızca müdahele etmekten daha yararlı olacaktır.Nöbet 10 dakikadan uzun sürerse ya da kısa bir süre sonra tekrarlarsa doktorunuza haber verip tavsiyelerine uyun ya da en yakın sağlık merkezine başvurun.Unutulmamalıdır ki tehlikeli görünümüne rağmen epilepsi nöbeti öldürücü değildir.
Epilepsi tedavi edilmeli mi?Epilepsi, mutlaka doktora başvurulmasını ve doktorun gerekli gördüğü sürece kontrol altında kalınmasını gerektiren bir hastalıktır. Bu epilepsinin ömür boyu devam edeceği şeklinde algılanmamalıdır. Epilepsinin bazı türleri hasta belli yaşlara geldiğinde kendiliğinden tamamen düzelebilirler ve bunlarda ilaç tedavisine gerek duyulmabilir, ancak bu kararı doktor vermelidir. Ülkemizde maalesef epilepsi hastalığı doktor olmayan kişiler tarafından tedavi edilmeye çalışılmaktadır.Nöbetlerin tekrarlaması ve status epileptikus hali, beyinde oksijensiz kalmaya bağlı bazı etkilere yol açabilir ve her nöbet bir sonra kinin ortaya çıkmasını kolaylaştırabilir. Tedavisiz kalan küçük nöbet türlerinin bir süre sonra büyük nöbetlere dönüşmesi olasıdır ve nöbet geçirme anında hastanın maruz kalabileceği tehlikeler vardır. Bunlar, merdivenden düşme, kişi sokakta ise trafik kazası, suda boğulma, vb.dir. Yukarıda sayılan tüm bu nedenlerle epilepsi mutlaka müdahale edilmesi gereken bir durumdur.Epilepsinin en önemli tedavi şekli ilaç tedavisidir. Epilepside kullanılan ilaçlar beyin hücrelerinin aşırı uyarılma durumunu baskılayarak nöbetlerin oluşunu engeller. Epilepsi ilaçları hergün, önerilen dozda ve saatlerde çok düzgün bir şekilde kullanılmalıdır. Anne-babaların sık yaptıkları yanlışlıklar; *örneğin sabah dozu unutulduğunda akşam her iki dozun birlikte verilmesi veya *dozların çok dakik verilebilmesi amacıyla çocuğun uyku düzeninin bozulması gibidir. Bu uygulamalar hastaya yarar sağlamaz. İlacın veriliş saatlerinde yapılacak 30-60 dakikalık oynamaların zararı yoktur.Doktorunuz çocuğun yaşını, kilosunu, nöbet tipini göz önüne alarak ilaçları seçmiştir. İlaçları düzenli ve doktorunuzun tarif ettiği gibi kullanmanız çok önemlidir. Kullanılan bu ilaçların hastalığı tamamiyle geçirmediğini, ancak nöbet gelmemesini sağladığını ya da sayısını azalttığını bilmelisiniz. Bu nedenle aylardır nöbet olmuyor diye ilaç miktarını azaltmamalı ya da çocuğunuza vermekten vazgeçmemelisiniz. İlacın ne zaman kesileceğini ya da değiştirileceğini ancak doktorunuz bilir. Bazen kullanılan tek bir ilaç nöbeti kontrol altına alamayabilir. O zaman doktorunuz ikinci, bazen de üçüncü ilaç ilave edecektir. Çocuğunuzun geçirdiği nöbetlerle ve aldığı ilaçlarla ilgili kayıt tutarak doktorunuza yardımcı olabilirsiniz.
Epilepsi tedavisinin düzgün bir biçimde sürdürülmesi halinde de nöbetler devam edebilir. Tıbbın dev adımlarla ilerlediği dünyamızda hiçbir hekim epilepsili bir çocuğun anne-babasına tedavi ile nöbetlerin %100 kaybolacağını garanti edemez. Nitekim dünya istatistiklerine bakılacak olursa uygun tedavi şartlarında hastaların %60′ında nöbetlerin tümüyle ortadan kalktığı, %20’sinde tüm tedavi seçeneklerine rağmen nöbetlerin devam ettiği görülmektedir. Anne babanın hiç aklından çıkarmamaları gereken bir nokta, epilepsi çağdaş tıbbi tedavi yöntemleriyle yeterince kontrol altına alınamıyorsa orta çağın büyücülük yöntemleriyle hiç durdurulamaz.
Halen ilaçla tedaviye cevap vermeyen belli epilepsi türlerinde ülkemizde cerrahi tedavi olanakları geliştirilmektedir.
Epilepsi tedavisinde kullanılan ilaçların yan etkileri var mıdır?Evet, hastalıkların tedavisinde kullanılan tüm ilaçların olduğu gibi epilepsi tedavisinde kullanılan ilaçların da (özellikle uygun kullanılmadıkları zaman) hastada bazı yan etkileri olabilir. Unutulmamalıdır ki doktorunuz çocuğunuzun tedavi şemasını düzenlerken uygun gördüğü ilaçların yan etkilerini en az düzeye indirecek şekilde belirler.
Bazı epilepsi ilaçları tedavinin başlangıcında uyku hali, sersemlik, dengesizlik, ciltte döküntüler gibi yan etkilere neden olabilir. Doktorunuz bu tür yan etkilerin görülmememesi için ilaçları küçük dozlarda kullanmaya başlayarak zaman içinde doz artırmayı tercih edecektir. Bazen de tedavinin ilerleyen yıllarında iştah artışı, şişmanlama, saç dökülmesi, diş etlerinde kabarma, aşırı hareketlilik, kıllanma vb. gibi yan etkiler görülebilir. Doktorunuz, kullanılan ilacın çocuğunuzda yarattığı yan etkileri ve onun epileptik nöbetler üzerindeki etkisini yakından ve bilinçli olarak izleyen kişi olduğundan uygun aralıklarla muayene ve gerekli laboratuvar tetkikleri ile çocuğunuzu koruyacak önlemleri alacaktır. Bu durum “komşu çocuğuna iyi gelen ilacın” sizin çocuğunuz için kullanılmaması gerekliliğini anlatan en önemli sebeplerden biridir.
Epilepsi tamamen geçer mi?Bu soruya kesin bir cevap vermek imkansızdır. Çoğu vakada bu durum ergenlik çağına gelindiğinde geçebilir. Diğer vakalarda ise nöbetler maalesef hayat boyu sürer. Her bir birey için gelecekteki durumu şimdiden tahmin etmek mümkün değildir. Eğer çocuğunuzda nöbetler arka arkaya 2-4 yıl görülmezse, doktorunuz yapacağı genel bir durum değerlendirilmesinden sonra vereceği kararla ilacı 6-8 ay gibi uzun bir sürede kesebilir. Böylece olayın tekrarlanıp tekrarlanmayacağı beklenebilir. Nöbetler tekrarlamayabilir, ancak tekrarladıkları takdirde yeniden ilaç tedavisine geçilecektir.
Epilepsi çocuğun hayatını etkiler mi?Epilepsi kesinlikle utanılacak bir hastalık olmadığından çocuğunuzla çok sık görüşen ya da birlikte vakit geçiren insanların durumu bilmelerinde hiç bir sakınca yoktur. Önemli olan çocuğunuzun epileptik olması dışında hiçbir farkın bulunmadığının bilinmesidir. Çocuğunuzun sorumluluğunu sizlerle birlikte paylaşan öğretmeni, okul hemşiresi, servis sürücüsü, antrenörü vb. gibi büyüklerin ve çok yakın bazı arkadaşlarının da epilepsi konusunda hiç olmazsa genel bir bilgiye sahip olmaları gerekir. Ne olup bittiğini bilmeyen kişiler böyle bir nöbeti seyretmekle korkabilir ve çocuğunuza yardım edemeyebilirler.
Öncelikle vurgulanması gereken nokta epilepsinin ruh ve akıl hastalığı ile hiçbir ilgisi olmadığıdır. Epilepsili çocukların çoğu normal zekaya sahiptir. Bazıları okulda ortalamanın üzerine bile çıkarlar. Epilepsinin ağır beyin hasarı ile birlikte olduğu bazı durumlarda (%20) zihinsel gelişme bozulabilir.Epilepsinin çocuğunuzun hayatını bazı konularda etkileyeceğini kabul etmelisiniz. Pilot olamaz, yükseklerde çalışamaz ama üniversite dahil olmak üzere istediği okula gidebilir. Doktor, avukat, iş adamı, profesyonel sporcu, balerin, fizikçi olmaması için hiçbir neden yoktur. Epileptik insanlar evlenebilir, çocuk sahibi olabilir ve normal bir hayat yaşayabilir. Gerçekten çocuğunuzun yapamayacağı çok az şey vardır.
Dünyanın tarihi gidişini değiştiren nice ünlü insan epileptikti. Örneğin Julius Sezar, Büyük İskender, Napoleon Bonaparte gibi generallerin bu tür kişilerden olduğuna inanırmıydınız? Bu kişiler o dönemde günümüzün tıbbi bilgilerine sahip olunmamasına rağmen pek çok iş başarmışlardır. Ayrıca Dostoyevski, Gustave Flaubert ve Dante gibi büyük yazarlar, adına ödüller verilen Alfred Nobel, Tchaikovsky, Van Gogh, Buddha ve St. Paul de epileptikti.
Dikkat edilmesi gereken hususlar var mı?Epilepsili çocuğunuzun da herkes gibi dengeli beslenmeye gereksinimi vardır. Hastalığından dolayı fazladan vitamin ve mineraller almasına gerek yoktur. Kolalı ve alkollü içecekler, çikolata, boyalı şekerlemeler, çay, kahve aşırı miktarda alınmamalıdır. Işığa duyarlı epilepsi türlerinde çocukların çok yakın mesafeden karanlık odada televizyon seyretmesi, bilgisayar oyunları ile uzun süreli oynaması engellenmelidir. Diğer epilepsi türlerinde böyle bir kısıtlamaya gerek yoktur. Ayrıca aşırı uykusuzluk, ateşli hastalıklar, güneş altında uzun süre kalmak, uzun süren açlık ve kafaya gelebilecek darbeler gibi bazı durumlar nöbetin ortaya çıkmasını kolaylaştırabilir. Bunlardan kaçınılmalıdır.
Spor yapabilir mi?Çocuğunuzun pozitif tarafının belirgin olmasına gayret ediniz. Her insanın bir kuvvetli tarafı vardır. Çocuğunuzun o tarafını geliştirirseniz kendine güveni artar. Sporda, müzikte, resim çizmede ve benzer konularda yeteneği varsa, özendirilmelidir. Hastalığı bahane ederek, çocuğunuzun yapabileceği sporları ve işleri ihmal etmesine müsade etmeyiniz. Düzenli fizik faaliyet herkes için yararlıdır. Gerçekten de epilepsili hastalar spor faaliyetlerine katıldıkları zaman kendilerini daha iyi hissettiklerini ve daha az sayıda nöbet geçirdiklerini söylemektedir. Spor faaliyetlerine katılmakla sağlanan faydanın, yine aynı nedenle ortaya çıkabilecek tehlikelerden kat kat üstün olduğu açıktır.
Tehlike herkesin hayatında şu veya bu zamanda mevcuttur. Bu tehlike epilepsi hastasında zaman zaman sıradan bir hastanınkinden daha fazla olabilir ama, hastanın normal hayattaki faaliyetlere katılmasıyla sağlanacak fayda bu tehlikenin göze alınmasına yol açacak kadar fazladır. Özellikle çocuklarda olmak üzere hastanın diğer insanlarla karşılıklı ilişkiler kurması ve onların yaptıklarını yapması, onun diğerlerine ihtiyacı olmayan, üretken bir büyük olması yolunda atılacak çok önemli bir adımdır. Nöbetleri kontrol altındaki çocuklar gerekli, mantıklı önlemler alındığı takdirde spor yapabilirler. Aletli jimnastik, ağır fiziksel efora yol açan aktiviteler ve sık kafa darbelerine açık olan sporlar epilepsisi olan çocuklarda tercih edilmemelidir. Bisiklete trafiğin yoğun olmadığı alanlarda, mutlaka kask takarak binmelidir. Yüzme ve sörf türü sporlar ancak çocuğun durumunu bilen bir erişkinin gözetiminde yapılmalıdır. Tenis ve futbol, tramplen atlamadan daha güvenli sporlardır.
Araba kullanabilir mi?Epilepsililerin trafik kazası yapma ihtimali az da olsa diğer normal sürücülerden fazladır. Ancak bu risk diabet gibi kronik hastalığı olanlardan daha fazla değildir. Amerika’da yapılan bir çalışmaya göre epilepsili sürücülerin sebep olduğu trafik kazalarının %27 sinin nöbetlerden ileri geldiği, geri kalan kazaların ise alkol ve uyuşturucu kullanımına bağlı olduğu belirlenmiştir. Çocuğunuzun nöbetleri en az 2 yıldır (bu süre ülkelere göre değişmektedir) kontrol altında ise doktorunuzdan alacağınız izin ile (18 yaşını bitirmişse ve ehliyeti varsa) araba kullanmasında sakınca yoktur.
Anne-babalara özel notÇocuğunuzun durumunu değerlendirmede gerçekçi olmaya gayret ediniz. Çocuğunuza karşı anlayışlı olunuz. Çocuğun kendisini epileptik değil de epilepsisi olan (diabeti, hipertansiyonu, tüberkülozu olan vb.) bir kişi olarak görmesini sağlayınız.
Genellikle pek çok epilepsili çocuğu davranış ve kişilik açısından diğer çocuklardan ayırt etmek mümkün değildir. Epilepsi nöbetleri genellikle dış faktörlerden etkilenmezler ve ansızın ortaya çıkarlar. Çocuğun üzülmesi, isteğinin yerine getirilmemesi, iştahsızlık, çok terleme veya terli halde su içme gibi durumlar nöbetlerin oluşmasında rol oynamazlar. Bu nedenle anne-babanın kendilerini suçlamalarına ve aşırı koruyucu ve kollayıcı davranmalarına gerek yoktur. Bu tutum çocuktaki girişimciliği önler ve aşırı korunan bir çocuk toplum içinde anne-babası gibi koruyucular bulamayacağı için geçimsiz bir erişkin olmaya adaydır. Aşırı koruma epileptik çocuk için olduğu kadar, kardeşleri tarafından kıskanılmasına yol açacağından aile içi sorunlar da yaratacaktır. Epileptik çocuğunuza ilginiz, diğer çocuklarınıza olan ilginizden az veya çok olmamalıdır. Ona özel muamele yapmayın. Sevginizi, disiplin anlayışınızı, dikkat ve ihtimamınızı eşit bölüştürün. Birine bir sorumluluk verdiğiniz zaman, diğerlerine de ona benzer bir sorumluluk verin. Şüphesiz bu sorumluluklar yaşlarına ve yeteneklerine uygun olmalıdır. Epilepsisi olan çocuğunuza gereğinden fazla ilgi göstermeye gerek yoktur. Ailenin tüm fertleri bu durumu olgunlukla ve tebessümle karşılamalıdır. Çünkü koşulacak mesafe uzundur.
Çocuğunuz için her şeyin mükemmel olmasını isteyen sizler için epilepsi tanısı önceleri bu rüyanızı yıkan kabus gibidir. Çoğu anne-baba gibi siz de kendi kendinize “Neden benim çocuğumun epilepsisi var?” diye soruyor, bazen kızgınlık, bazen korku, bazen de suçluluk duyuyorsunuzdur. Bunları hissetmeniz gayet doğaldır. Hislerinizi yenmeye çalışmanız çocuğunuza yardım etmenizi kolaylaştıracak ve ailenin beraberce olgunlaşmasını ve yakınlaşmasını sağlayacaktır. Anne baba hislerini kendi aralarında açıkca konuşmalı ve gerekirse doktorundan yardım istemelidir.
Çocuğunuza karşı karşıya kaldığı sorunu anlatırken yaşını dikkate alın. Çocuğunuz nöbetlere yol açan bir hastalığı olduğunu bilmelidir. Olayın nedenlerini anlayabileceği kadar anlatın. Üç-dört yaşlarındaki çocuklar bile beynin vücudumuzun merkezi olduğunu ve değişik organlarımıza yapılmasını istediği şeyler hakkında emirler gönderdiğini anlayabilirler. Ancak bazen beynin gönderdiği acayip emre vücudumuz uymak istemese bile itaat etmek zorundadır. İşte kasılmaların nedeni budur. Ancak çocuğunuzun yaşı ne olursa olsun sorunun hem bugün hem de yarın geçmeyeceğini öğrendiği zaman hissedeceği olumsuz duygulara karşı onu rahatlatmak zorundasınız. Size “Neden ben?” diye soracaktır. Sizin olayı kabullenmedeki beceriniz, gerek kendi gerekse çocuğunuzun hislerini kontrol edebilmeniz, çocuğunuzun söz konusu duruma karşı reaksiyonunu çok etkiler. Bu aşamada kendisi gibi krizleri olan bir çocukla buluşturmanın kendisine güvenini artırması açısından büyük yararı olacaktır. Bir kez daha vurgulayalım: kızmak, suçluluk hissetmek veya gelecekten korkmak gayet doğaldır. Her sorununuzu doktorunuzla görüşünüz.
Epilepsi bir derttir, ancak dünyanın sonu demek değildir. Siz çocuğunuzdaki epilepsiyi yok saymaz, bundan ürkmez, bu durumu mutluluğunuzu alt üst eden bir felaket olarak görmezseniz çocuğunuzun ruhsal ve fiziksel sağlığı açısından gerekli temel koşulları oluşturabilirsiniz. Ancak bu koşullarda doktorunuz bilgi ve becerisini başarılı olarak uygulayabilir. Tıbbi durumunuzu konuşacağınız tek kişi doktorunuz olmalıdır. Her şeyi tek başınıza çözmeye çalışmak sizin için zor olacaktır. Böyle davranmak zorunda değilsiniz. Çevrenizde dostlarınız var. Ayrıca unutmayınız ki her çocuk gelecekte, toplum içinde kendi yerini alacaktır. Ona sorunu ile barışık yaşamayı öğretebilirseniz, topluma mutlu ve başarılı bir insan kazandırmış olursunuz.Yazar & Kaynak: Dr. Güzide Turanlı Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediyatrik Nöroloji Uzmanı

Uyku ve Trafik Kazaları

Trafik; yol, araç ve insan üçlüsünden oluşmakta, bunlardan herhangi birinde oluşan bozukluk trafik kazalarına neden olmaktadır. Trafik kazaları tüm ülkelerde önemli bir sorundur. ABD’de kazaların, 4. ölüm nedeni olduğu ve motorlu araç kazalarının %51 ile en çok ölüme neden olan kaza türü olduğu bildirilmiştir. Ülkemizde farklı bölgelerde yapılan araştırmalarda adli olayların büyük bölümünü trafik kazalarının oluşturduğu görülmektedir. İstatistiklere göre 1998 yılında ülkemizde 440.149 trafik kazası olmuş, 4.935 kişi ölürken 114.552 kişi yaralanmıştır. Bu sayı olay yerinde ölenleri içermekte, kazadan sonra hastaneye kaldırılıp orada yaşamını yitirenleri içermemektedir. Oysa DSÖ kazadan bir ay sonraya kadar ölümleri trafik kazası ölümü olarak kabul etmektedir. Bu nedenle yılda büyük olasılıkla 10 bin kişin ülkemizde trafik kazası kurbanı olduğu söylenebilir.
Trafik kazalarında aşırı hız, alkol alımı, tehlikeli araç kullanmanın yanında uykusuzluk da önemli bir nedendir.
ABD Ulusal Otoyol Trafik Güvenliği Yönetimi yıllık tüm kazaların yaklaşık %1,5′inde temel nedenin uykusuzluk ve yorgunlukla ilişkili olduğunu tahmin etmektedir. İngiltere, Norveç ve İsviçre’de yapılan farklı çalışmalarda %1-16 arasında değişen oranlar bildirilmiştir.
Uyku ilişkili kazalar kazalar açısından en çok risk altında olan sürücüler;
a) Uykusu bozulmuş ya da yorgun sürücüler
Mola vermeksizin uzun süre araç kullananlar,
Gece, öğleden sonra ve normalde uyuduğu saatlerde araç kullananlar,
Uyku yapan ilaçlar ya da alkol alanlar,
Tek başına araç kullananlar,
Uzun, kırsal, sıkıcı yollarda araç kullananlar,
Sık yolculuk edenler,
İngiltere’de yapılan araştırmada uyku ilişkili kazaların saat 02.00, 06.00 ve 16.00 dolaylarında 3 pik yaptığı saptanmıştır.
b) Genç sürücüler
Uyku ilişkili kazaların geç kalma eğiliminde olan, az uyuyan ve gece araba kullanan gençlerde yaygın olduğu saptanmıştır. Kuzey Carolina’da bu tür kazaların %55′inin 25 yaş ya da daha genç kişilerce yapıldığı, sürücülerin %78′nin erkek olduğu görüldü. İngiltere ve Norveç’te yapılan çalışmalar da benzerdi.
c) Vardiyalı çalışan sürücüler
ABD’de 25 milyon insan vardiyalı olarak çalışmaktadır. Bu alışılmadık programlarla çalışanların %20-30′unun yorgunluk ilişkili araba kazası geçirdiği saptanmıştır. Özellikle gece vardiyasından eve dönüş tehlikeli olmaktadır.
d)Ticari araç sürücüleri
Özellikle kamyon sürücüleri yorgunluğa bağlı kazalara eğilimlidir. Kamyon sürücülerinde uyku apnesi olarak adlandırılan uyku ve solunum bozukluğu yüksek oranda görülebilir. Tüm ağır kamyon kazalarının en az %30-40′ında sürücünün yorgunluğunun, katkıda bulunan etmenlerden biri olduğu ileri sürülmektedir.
e)Tanı konulmamış uyku bozuklukları olan sürücüler
Uyku bozukluklarının kazaları arttıran bir risk etmeni olduğu bildirilmiştir. Kronik insomnia (uykusuzluk), uyku apnesi ve narkolepsi gibi aşırı gündüz uyuklamasına neden olan bozukluklar olasılıkla 30 milyon ABD yurttaşında görülmektedir. Uyku bozukluğu olan pek çok kişi tanısız ve tedavisiz kalmaktadır. Örneğin; uyku apnesi orta yaşlı erkeklerin %4′ünde, aynı yaş grubundaki kadınların %2’sinde bulunmaktadır. Bu bozukluk kaza riskini 3-7 kat arttırmaktadır.
İngiltere’de yapılan araştırmada uyku ilişkili kazaların şu kriterlerle saptandığı belirtilmiştir:
Sürücünün alkolmetre ve kan alkol düzeyinin yasal limitin altında olması,
Aracın yoldan çıkmamış ya da başka bir aracın arkasına çarpmamış olması,
Fren izlerine rastlanmaması,
Araçta mekanik bir sorun olmaması,
İyi hava koşulları ve görüşün açık olması,
Hız ve öndeki araca çok yakın kullanmak gibi nedenlerin eliminasyonu,
Olay yerine gelen polis memurlarının temel neden olarak uyuklamaktan kuşkulanması,
Kazadan hemen birkaç saniye önce sürücünün çıkış noktasını ya da çarptığı aracı açıkça görmesi.
McCartt ve arkadaşlarının 593 uzun yol kamyon şöförüyle yüzyüze yaptıkları görüşmelerde, sürücülerin oldukça büyük bir kısmının direksiyonda uyuduklarını saptamışlardır. Sürücülerin %47,1′i daha önce, %25,4′ü ise son bir yıl içinde direksiyonda uyuduklarını söylemişlerdir.
ABD’de uyku nedenli kazaların, yıllık 23.318 ölüm ve 1.907.072- 2.474.430 sakatlığa yol açan yaralanma ile ilişkili olduğu düşünülmektedir. Bunun giderinin ise 43.15-56.02 milyar dolar olduğu sanılmaktadır.
Uyku ilişkili kazaları engellemede etkili olabilecek önlemler:
1) Yolculuk öncesi öneriler
Sürücü iyi bir gece uykusu uyumalıdır. Bireysel farklılık göstermekle birlikte, ortalama 8 saatlik bir gece uykusu gereklidir.
Uzun yolculuklar bir arkadaşla birlikte yapılabilir. Yolcular yorgunluk belirtilerini fark ederek ya da aracı sıra ile kullanarak yardımcı olabilirler.
Her 100 mil (yaklaşık 160 km) ya da iki saatte bir düzenli molalar verilebilir.
Alkol ve performansı azaltan ilaçlar kullanılmamalıdır. Alkol ve yorgunluk birbirlerinin etkilerini arttırır.
Sık olarak gündüz uyuklaması, gece uyumakta zorluk ya da her gece yüksek sesle horlama gibi yakınmalar varsa uyku bozuklukları açısından bir doktora danışılmalıdır.
2) Uykulu sürücüler için öneriler
Yorgunluğun uyaran işaretlerine dikkat edilmelidir.
Araba kullandığı son birkaç kilometreyi anımsamıyorsa,
Yolda sağa-sola sapıyor ya da yolda ya da yol kenarında bulunan, sürücüyü hız ve yol sınırı açısından uyaran bariyerlere çarpıyorsa,
Dalıyor ya da dikkatini toplayamıyorsa,
Sık sık esniyorsa,
Gözlerini açık tutmakta zorlanıyorsa,
Önünüzdeki arabaya çok yakın kullanıyor ya da trafik işaretlerini kaçırıyorsa,
Başını tutmakta zorlanıyorsa,
Aracı ani duruş ve kalkışlarla sarsa sarsa kullanıyorsa uyuma tehlikesinin olduğunu bilmelisiniz.
Yalnızca radyoyu açmakla yetinmeyin, pencereyi de açın ve onu uyanık tutmak için diğer “numaraları” deneyin.
Mola vermek için güvenli bir yer bulun
Trafikten uzak, güvenli bir alana gidin ve kısa bir süre (15-45 dakika) uyumasını sağlayın.
Eğer gerekiyorsa kısa süreli uyanıklık için kahve başka kafeinli içecekler alın (kafeinin kan dolaşımına geçmesi yaklaşık 30 dakika alır).
3) Yol değişiklikleri Anayollardaki hız kesici ve yol kenarını belirleyen bariyerler sürücüyü yoldan çıktığı an uyarabilir. Tekerlekler bu bariyerlere çarptığında oluşan sarsıntı ve gürültü anayollardaki, aracın yoldan çıkmasına bağlı kazaları önlemede oldukça etkili olabilir. Kazalardaki kesin azalma bilinmemekle birlikte çalışmalar %15-70 oranında azalma bildirmektedir. Sürücü bu bariyerlere çarptığında yorgun olabileceğini düşünerek dinlenmelidir.Yazar & Kaynak: http://saglik.tr.net, İ. Hamit Hancı, Burcu Eşiyok

Soğuklar ve Hipotermi

Normal vücut ısısı 37oC olduğu halde çevre, nadiren bu kadar sıcaktır. Vücudumuz, yediğimiz besinleri yakarak ısısını sabit tutmaya çalışır.
Donma ya da donmaya yakın ısılarda vücut ısısının düşmesine hipotermi denir.
Yalnızca ayaklar, eller, kulaklar veya burun ucu gibi uç kısımların soğuğun etkisiyle yaralanmasına donuk denir.
Vücut, ısı kaybını metabolizmayı artırarak (titreme) dengelemeye çalışır. Soğuk ortamdan uzaklaşarak, rüzgardan korunacak yer aramak da ısı kaybını azaltmanın bir yoludur.
Giysi katları arasındaki kuru ve durgun hava, iyi bir ısı izolatörüdür. Başı örtmek ya da şapka giymek de ısının korunmasına yardımcı olur.
Hipotermi
Hipotermi için ısının donma noktasında olmasına gerek yoktur. Kışın evsiz kişilerde veya evlerinde yeterince ısınmayanlarda da görülebilir.
Yaşlı ve hastalar soğuğa daha az dirençlidir. Kişi soğuk suya batırıldığında hızla hipotermi gelişebilir. Vücut ısısının birkaç derece düşmesi telafi edilebilir. Ama yaşamsal organlarda ısı 35oC derecenin altına inerse hipotermi oluşmaya başlar.
Birinci evrede titreme görülür. Artmış kas aktivitesiyle, hasta ısısını yükseltmeye çalışır. Bu evrede, vücut ısısı 32-35oC derece arasındadır.
İkinci evrede, 32oC derecenin altında titreme durur, kas hareketleri azalır. Öncelikle küçük, ince kas hareketleri sona erer.
Hipotermi Belirtileri :
Titreme
Kas hareketleri yavaşlar ve ısı düştükçe durur.
Uyku eğilimi görülür.
Nabız yavaşlar ve zayıflar
Solunum yavaşlar
Kalp ritmi bozulabilir.
Dolaşım ve solunum durabilir.
İlkyardım :
Hastayı 20oC derece civarında oda ısısına alın.
Islak giysilerini çıkarın ve kuru, sıcak battaniyelerle örtün.
Gerekirse hava akımını kesmek için çevresine rüzgarlık gerin.
Hastayı en kısa sürede hastaneye ulaştırın. Bu amaçla 112 ‘yi arayın.
Lokal Soğuk Yaralanmaları
Soğuk nedeniyle oluşan yaralanmaların çoğu vücudun açıkta kalan yerlerinde olur. Lokal yaralanmaların şiddetini etkileyen faktörler şunlardır:
Maruz kalınan ısı,
Rüzgarın hızı,
Sıkı giysi, ayakkabı ve dolaşımı kısıtlayan başka nedenler,
Yorgunluk,
Kötü beslenme,
Alkol ve uyuşturucu kullanımı
Hipotermi. Hipotermide, kan iç organlara çekileceği için vücudun uç kısımlarında soğuk yaralanması riski artar.
Aynı hastada hem lokal, hem de sistemik etkilenmeyle karşılaşabilirsiniz.
Alkol, ciltteki damarları genişleterek geçici sıcaklık hissine yol açar ama aynı nedenle soğuk ortamda alkol alımında dikkatli olunmalıdır.
İlkyardım:
Hastayı soğuk ve ıslak ortamdan uzaklaştırın.
Sıcak ellerinizle ya da nefesinizle etkilenen bölgeyi ısıtmaya çalışın.
Donma
En ciddi lokal soğuk yaralanması olan donukta, dokular gerçekten donar ve hücreler ölür. Gangren gelişirse ölü dokuların cerrahi olarak uzaklaştırılması gerekir. Daha az zarar oluşsa da yaralı bölümde kalıcı değişiklikler olacaktır.
Belirtileri :
Kızarma,
Ağrı,
Sertlik,
Donma hissi.
Donmuş kısımların yeniden ısıtılması için araba egzosu veya doğrudan doğruya ateş kullanılması, hassas dokularda daha fazla hasara yol açacaktır.
İlkyardım :
Yüzük, saat, bilezik gibi takıları çıkarın.
Donmuş eli avucunuzda ısıtın.
Ayaklarında donma varsa, asla yürütmeyin. Sedye ya da sırt tahtası ile taşınmalıdır.
Don çözüldükçe, organ normal rengine gelmeye başlar.
Kuru ve yün bir bezle bu organı sarın. Şişmeye karşı, bu organı yukarıda tutun.
Donmuş organ aleve, ateşe tutulmamalıdır. Aşırı sıcak suya sokulmaz.
Yazar & Kaynak: http://www.bsm.gov.tr

Göz Sağlığı

Güneş kaynaklı ve İnsan için(özellikle cilt ve göz) zararlı ışınlar, UV(Ultraviole), daha küçük dalga boyundaki ışınlar ve IR(lnfra red) denilen daha büyük dalga boyundaki ışınlardır. Küçük dalga boyundaki ışınlar radyasyon etkisi, büyük dalga boyundaki ışınlar ise termik(lsı) etki ile organizmaya zarar verirler. Güneşten yayılan ışınların dalga boyu, 400-800 nanometre arasında bir dağılım gösterir. Atmosfer, zararlı ışınların büyük bir kısmını filtre etmesine rağmen, yine de gün ışığında göze zarar verecek derecede UV ve IR ışını vardır. Özellikle son yıllarda üzerinde sıkça durulan ozon tabakasının incelmesiyle dünyaya daha fazla zararlı ışının ulaşması, İnsan sağlığı üzerindeki tehditleri de artırır hale gelmiştir. UV ışınlarından UV -B, önlem alınmadığında cilt yanıkları oluştururken, UV -A ve özellikle UV -C gözler için zararlı olmaktadır.
Böyle bir durumda yukarıda bahsedilen zararlı ışınlardan gözlerimizi korumak, ideal bir güneş gözlüğü ile mümkün olacaktır. İdeal bir güneş gözlüğü Camı, UV ve IR ışınlarını etkili oranlarda absorbe ederek (emerek), bunların göze zarar vermesini engeller. Ayrıca göze ulaşan ışık tayfını kontrastı artıracak şekilde filtre ederek, görüşü de artırırlar. Özellikle açık renkli göze sahip insanlar(mavi, yeşil gözler gibi) bu konuda daha hassastır. Çünkü gözdeki pigmentler, göze giren ışınların indirgenmesini ve etkisinin aza1masını sağlarlar. Ayrıca bazı göz hastalıkları, gözün güneş ışınlarından daha fazla etkilenmesine neden olur. (Allerjik konjonktivit, kuru göz, retinitis pigmentoza, albinizm gibi)

Genellikle iyi güneş gözlükleri, zararlı ışınların %75-80′ini absorbe ederler. Hatta bazıları tam bir koruma sağlayarak, neredeyse % 1 00 oranında absorbsiyon sağlarlar. Ayrıca termik etki oluşturan IR ışınlarını da absorbe ederek, gözlük camı ile göz arasında ısı oluşmasını da engellerler.

Güneş gözlüğü camının gözde tam koruma sağlayabilmesi için, üstten, yandan ve yansıyan ışınlardan da koruyacak şekilde dizayn edilmiş olması uygun olacaktır. Estetik amaçla, yüzden uzakta kalan camlar yeterli koruma sağlamayabilirler.

Güneşe uzun süre maruz kalma gözün ön dokularına(komea, konjonktiva) zarar verebilirken, güneş ışığına direkt bakma(güneş tutulmalarında olduğu gibi) görme tabakasına ciddi boyutlarda zarar verir. Merkezi görmeyi oluşturan ağ tabakanın makula denen kısmında yanıklar oluşabilir ve bu durum kalıcı görme aza1masıyla sonuçlanır .(Fototoksisite)

Güneş gözlüğü seçilirken yukarıda sayılan özelliklere dikkat etmek uygun olacaktır. Aksi halde herhangi bir yerden(İşporta gibi) elde edilen herhangi bir gözlük, yeterli göz koruması sağlamadığı gibi, zararlı da olmaktadır. UV koruması sağlamayan gelişigüzel renkli bir cam, pupillada(göz bebeği) genişlemeye ve ağ tabakaya daha fazla zararlı ışın geçişine neden olur.

Tüm bu anlatılanlardan da, anlaşılacağı üzere güneş gözlüğü seçimi dikkat gerektiren, bizlerin daha çok ilgilendiği estetik uygunluk dışında, göz sağlığını büyük ölçüde etkileyen ciddi bir iştir.

Şaşılık ve Tedavisi

Şaşılık nedir?
Şaşılık, gözlerin paralelliğinin bozulduğu ve farklı yönlere baktığı bir görsel kusurdur. Bir göz düz bakarken diğeri içe, dışa, yukarı veya aşağı kayabilir.Kayma daimi olabilir ya da ara ara ortaya çıkar. Bazen kayan göz düz bakıp diğeri kayma yapabilir.
Şaşılık, çocuklar arasında sık görülen bir durumdur. Hayatın ileri dönemlerinde de meydana gelebilir.
Kadın ve erkekler arasındaki dağılımı eşittir. Aynı ailede geçiş özelliği gösterebilir. Buna rağmen pekçok şaşılıklı kişide, şaşılığı olan akraba tespit edilemeyebilir.

Gözler birlikte nasıl çalışır?
Normal görmede heriki göz aynı noktaya bakar. Daha sonra beyin bu iki resmi birleştirerek üç-boyutlu bir görüntü oluşturur. Bu üç boyutlu görüntü bize derinlik algısı kazandırır.
Bir gözde kayma olursa beyne iki farklı resim gönderilir. Küçük bir çocukta beyin, kayan gözden gelen görüntüyü ihmal eder ve sadece normal, iyi gören gözden gelen görüntüyü algılar. Böylece çocuk derinlik algısını kaybetmiş olur. Erişkin hastalarda şaşılık meydana geldiğinde genellikle çift görme ortaya çıkar. Çünki beyin heriki gözden gelen görüntüleri görmeye alışmıştır ve kayan gözden gelen görüntüyü ihmal edemez.

Göz tembelliği
Çocukluk esnasında heriki göz paralel ise iyi bir görme gelişmesi olur. Beyin, iyi gören gözün görüntüsünü algılar, tembel gözün görüntüsünü ise ihmal eder. Bu durum, şaşılıklı çocukların hemen hemen yarısında görülür.Göz tembelliği tedavisi: Göz tembelliğinin tedavisi 8-10 yaşına kadar yapılmalıdır. Daha sonra tedavisi mümkün olmaz. Birkaç tedavi yöntemi vardır. Bunlardan ilki iyi olan göz kapatılıp tembel gözdeki görme güçlendirilerek yapılan tedavidir. Bir başka tedavi yöntemi özel kliniklerde CAM ismi verilen aletlerle seanslar halinde yapılan tedavidir. Bu tedavi şeklinde çocuk bir aletin başına oturtularak dönen çizgiler üzerinden boyamalar yapması, şekil çizmesi ya da bulmaca çözmesi istenir. En az 20 seanstan oluşur. Üçüncü bir tedavi yöntemi ilaçlardır. Sağlam göze atropin grubu ilaç damlatılarak diğer gözün çalıştırılması esasına dayanır.

Tedavi geciktirilirse göz tembelliği kalıcı hale gelir. Kural olarak, göz tembelliği ne kadar erken tedavi edilirse sonuç o kadar iyi olur. Bunun için çocuklar, bebekliklerinde ve daha sonra senede en az bir defa olmak üzere göz muayenesinden geçirilmelidirler.
Şaşılığın tam sebebi bilinmemektedir. Her bir gözün dış kısmına yapışarak hareketlerini kontrol eden altı kas mevcuttur. Herbir gözde iki kas, gözü sağa veya sola çeker. Diğer dört kas ise belli açılarda gözü yukarı veya aşağı hareket ettirirler.Gözlerin paralel kalıp belli bir hedefe odaklanabilmeleri için tüm kasların birlikte ve belli bir denge içinde çalışmaları gerekir. Gözlerin birlikte hareket etmesi için de her iki gözdeki kasların uyumlu çalışması gerekir.

Göz kaslarını beyin kontrol eder.
· Serebral palsi (doğum esnasında oksijensiz kalıp bayılan çocuklar);· Down sendromu;· Hidrosefali;· Beyin tümörleri gibi problemleri olan çocuklarda şaşılık daha sık görülür.
Katarakt veya göz yaralanmaları da görmeyi bozup şaşılığa neden olabilir.

Şaşılığın belirtileri
Şaşılığın temel belirtisi düz bakmayan bir gözdür. Bazen çocuklar güneşte bir gözlerini kapatır veya gözlerinin ikisini birden kullanmak için başlarını eğerler.

Şaşılık nasıl teşhis edilir?
Şaşılık tanısı göz muayenesi sonucu konur.Tüm çocukların dört yaşına girmeden önce görme muayenesine girmeleri önerilmektedir. Ailede şaşılık veya göz tembelliği hikayesi varsa daha önce de görme test edilebilir.

Bebeklerin gözleri genellikle çapraz gibi durur. Küçük çocukların burun kökü geniş ve basık olur, ayrıca gözlerin burun kısmında bir cilt katlantısı bulunur. Bunlar sanki gözlerde çaprazlaşma varmış gibi gösterir. Çocuk büyürken bu yalancı şaşılık durumu kaybolur. Gerçek şaşılığı olan bir çocuğun durumunda düzelme olmaz. Göz hekimi, gerçek ve yalancı şaşılığı ayırt eder.

Şaşılık nasıl tedavi edilir?
Şaşılık tedavisinde amaç:
· Görmeyi korumak;· Gözleri paralelleştirmek;· İki gözle görüşü yani derinliği sağlamaktır.
Tam bir göz muayenesi sonrası göz doktoru uygun tedavi şeklini belirler.
Bazı olgularda çocuğunuz için gözlük önerilebilir. Verilen gözlükle kayma tamamen veya kısmen düzelebilir. Bunun dışında gözleri paralelleştirmek ya da katarakt varsa gidermek için cerrahi gerekebilir. Tembel gözü güçlendirmek için sıklıkla sağlıklı gözü kapamak gerekir.

Sık görülen şaşılık tipleri
İçe kayma (ezotropya)
Bebeklerde en sık görülen şaşılık tipidir. Içe kayması olan çocuklar iki gözü birlikte kullanamazlar. Çoğu olguda erken dönemde cerrahi ile gözler paralelleştirilebilir.
Içe kaymaya yönelik cerrahi esnasında bir veya iki gözdeki kasların gerilimi ayarlanır.
Sıkı olan içteki kaslar yerinden ayrıştırılarak daha geriye alınır.
Böylece gözlerin dışa bakışı sağlanır. Bazen dışa baktıran kaslar kısaltılarak gerilimlerinin artırılması ve şaşılığın düzeltilmesi sağlanabilir.
Cerrahinin mutlaka kayan göze yapılması gerekmez. Diğer göze yapılan cerrahi de kaymayı düzeltebilir.

Uyumsal içe kayma
Daha çok iki yaş veya üzerindeki hipermetrop (uzak görüşlü) çocuklarda görülür.
Çocuk yakını görmek için gözlerini ayarlayabilir, fakat bu odaklama gayreti (uyum) gözlerin çaprazlaşmasına neden olur.
Gözlükler odaklama gayretini azaltarak kaymayı giderirler. Bazen yakın çalışma için bifokal camlar gerekebilir. Gözleri paralelleştirmek için göz damlaları, merhemleri veya prizma denilen özel lensler kullanılabilir.

Dışa kayma
Bir başka sık görülen kayma tipidir. Çocuk, uzaktaki nesnelere bakarken meydana gelir.
Dışa kayma, özellikle çocuk hayal kurarken, hasta veya yorgunken oluşabilir. Parlak güneş ışığında çocuk bir gözünü kısabilir.

Şaşılık cerrahisi nasıl yapılır?
Hiçbir göz cerrahisinde göz küresi yerinden asla çıkarılmaz. Göz kaslarına ulaşmak için gözü örten beyaz zara küçük bir kesi yapılır.
Gözün kayma şekline göre belli kaslar üzerinde girişim yapılır. Cerrahi bir veya her iki göz üzerinde planlanabilir.
Çocuklara şaşılık cerrahisi planlandığında genel anestezi gerekir. Lokal anestezi ancak erişkinlerde kullanılabilir.
İyileşme hızlı olur. Hastalar, birkaç gün içinde normal aktivitelerine dönerler.
Cerrahi sonrası gözlük veya prizma gerekebilir. Bazı olgularda sonraki bir dönemde ikinci bir cerrahiye ihtiyaç olabilir.
Sabit şaşılığı olan çocuklarda erken cerrahi daha iyi sonuç verir. Bu nedenle cerrahi gerekiyorsa okul döneminden önce düşünülmelidir.
Her cerrahide olduğu gibi göz kaslarının cerrahisi bazı riskleri beraberinde taşır. Bunlar, enfeksiyon, kanama, aşırı skarlaşma ve görme kaybına neden olabilecek diğer nadir sorunlardır.
Şaşılık cerrahisi gözlerin paralelleşmesi için genellikle etkin ve güvenilir bir tedavi şeklidir, fakat gözlüklerin veya göz tembelliği tedavisinin yerini alamaz.

Enjeksiyonlar
Bir kasın etkisini azaltmak için özel bir ilaç olan botulismus toksini enjekte edilebilir. Böylece karşı kasın daha gergin çalışması sağlanır. Beş-on hafta içinde ilacın etkisinin kaybolmasına rağmen bazı olgularda kalıcı tedavi sağlanır. Bazı olgularda ise enjeksiyonun tekrarlanması gerekebilir ve cerrahi kadar etkili bir tedavi şekli değildir.

Katarakt ve Tedavisi


Katarakt, insan gözündeki lensin kesifleşmesi olup bunun sonucunda görme azalması ve hatta görme kaybı meydana gelir. Tedavisi yapılabilir bir hastalıktır ve tedavisi ancak cerrahi ile mümkün olmaktadır.

Kataraktın tedavisi için pek çok cerrahi yöntem tanımlanmış olmasına rağmen günümüzde sık kullanılan iki yöntem bulunmaktadır. Bunlar ekstrakapsüler katarakt ekstraksiyonu ve fakoemulsifikasyondur.

Ekstrakapsüler katarakt ekstraksiyonu
- Uygun saha temizliğini takiben ameliyat edilecek göz açıkta bırakılacak şekilde hastanın üzeri örtülür. Göz kapakları bir alet yardımı ile açık tutulur. Göz yüzeyini örten konjonktiva isimli zar korneanın üst kısmından kesilerek açılır ve aynı bölgeden yapılan derin kesi ile göz içerisine girilir. Lensin ön zarı yuvarlak veya düz olarak kesilir. Lensin çekirdeği göze bastırılarak doğurtulur. Geri kalan zar dışındaki lens artıkları emici aletlerle temizlenir.
- Torba şeklinde kalan lensin zarları arasına suni göz içi lensi yerleştirilir. Ön zarın orta kısmı önceden alınmamışsa yırtılarak alınır. Kesi yeri çok ince ipliklerle dikilerek ameliyata son verilir.

Fakoemulsifikasyon
Uygun saha temizliğini takiben ameliyat edilecek göz açıkta bırakılacak şekilde hastanın üzeri örtülür. Göz kapakları bir alet yardımı ile açık tutulur. Korneanın üst veya üst dış kısmından tünel tarzında küçük bir kesi yapılarak göz içine girilir.

- Fakoemulsifikasyon aleti elciği dışında aletler kullanabilmek amacıyla korneanın bir veya iki tarafına küçük delikler açılır. Yapılan kesilerden korneanın altına özel bir jel verilerek gözün şeklini koruması sağlanır.- Lens ön zarı yuvarlak şekilde yırtılarak alınır.- Lens ön zarı lens içeriğinden sıvı enjeksiyonu ile ayırt edilir.- Fakoemulsifikasyon elciği gözün içine sokularak lensin çekirdeği yumuşatılır, parçalanır ve emilir.- Fakoemulsifikasyon cihazının bir başka elciği ile kalan lens materyali temizlenir.- Ameliyatın başında yapılan küçük kesiden özel aletler yardımı ile katlanan lens gözün içinde lensin zarlarının içine yerleştirilir. Lens bu esnada açılır. Kesi yerine herhangi bir dikiş konulmadan ameliyata son verilir.- İkinci bir alternatif olarak kesi yeri biraz genişletilir ve küçük çaplı katlanmayan bir lens yerleştirilir. Bu durumda yine ya dikiş konulmadan ameliyata son verilir ya da bir adet dikiş konur.

Katarakt cerrahisi sonrası ortaya çıkabilecek sorunlar
Katarakt cerrahisi oldukça güvenli bir cerrahi olup sonuçları çok iyidir. Katarakt cerrahisinin meydana getirdiği sorunlar çeşitlilik itibariyle fazla olmakla birlikte görülme sıklığı azdır. Son yıllarda meydana gelen hızlı gelişmeler ve fakoemulsifikasyonun daha fazla uygulanması hasta memnuniyetini artırmıştır. Önemli olabilecek bazı sorunlar yine de görülebilmektedir.

Kornea bulanıklaşması. Özellikle birden fazla cerrahi geçirenlerde ve yaşlı kişilerde kornea arka tabakasının hasar görmesi neticesinde meydana gelir. Çoğunlukla kendiliğinden iyileşir. İyileşmediği ve görmeyi engellediği takdirde kornea nakli gerekebilir.

Gözlük ihtiyacı. Katarakt cerrahisine alınmadan önce bilgisayarlı cihazlarla göz içine yerleştirilmesi gereken lensin numarası belirlenebilir. Buna rağmen cerrahi sonrasında gözlük kullanmayı gerektiren bir kusur ortaya çıkabilir. Bunların başında astigmatizma gelir. Astigmatizma riski fakoemulsifikasyon yönteminde daha azdır.

Göz içi basınç yükselmesi. Ameliyat esnasında kullanılan ilaçlara bağlı olarak erken dönemde sık karşılaşılan bir problem olup ilaçlarla tedbir alınır. Sonra kendiliğinden düzelir. Geç dönemlerde de bu risk bulunduğu için hastaların belli aralıklarla muayeneden geçmesinde fayda vardır.

Gözde reaksiyon oluşması. Her gözde mutlaka reaksiyon olur. Ama bazı gözlerde daha fazla olur.

Göz içi lensi ilgili sorunlar. Göz içi lensler göze uyumlu maddelerden yapılırlar ve çoğunlukla bir sorun çıkarmazlar. Nadiren sorunlar olabilir.

Lens arka zarının kesifleşmesi. Lens ve ameliyat teknolojisinin ilerlemesiyle günümüzde daha nadir görülmektedir. Meydana geldiği takdirde lazerle, ameliyata gerek kalmadan giderilebilir.

Sinir tabakası ile ilgili sorunlar. Nadiren retina dekolmanı ve merkezi görme noktasında ödem oluşması gibi durumlarla karşılaşılabilir.

Enfeksiyon. Katarakt cerrahisi sonrası meydana gelen enfeksiyonlar çok ciddi seyredebilir ve gözün ya da görmenin kaybına kadar gidebilir. Genellikle gözde ağrı, kızarıklık, görme kaybı gibi belirtileri vardır. Derhal tedavi gerektiren bu durum nadiren görülür.

Katarakt cerrahisinin sonuçları
Fakoemulsifikasyon yapılan hastaların %90′dan fazlasında %60-70′in üzerinde görme elde edilmektedir. Ancak gözün sinir tabakası ile ilgili bir problem varsa bu sonucu elde etmek zordur. Katarakt cerrahisinden sonra yakın veya uzak gözlüğüne ihtiyaç duyulabilir.

Katarakt cerrahisi ile ilgili sık sorulan sorular
Katarakt cerrahisi sonrasında işlerime ne zaman dönebilirim?
Ekstrakapsüler katarakt ekstraksiyonunda yaklaşık 15-20 gün, fakoemulsifikasyonda ise birkaç gün içinde işinize dönebilirsiniz. Gözünüzü zorlayacak bir iş yapıyorsanız bu süreleri daha uzun tutmakta fayda vardır. Yine bu şekilde işleri olan kişilerin kesi problemleri ile karşılaşmaması için fakoemulsifikasyon yöntemini tercih etmesi gerekir.

Katarakt ameliyatını ne zaman olmam gerekir?
Görmeniz kendinize yeterli gelmemeye başladığı anda katarakt ameliyatını düşünmeniz gerekir. Fakoemulsifikasyonla katarakt ameliyatı olmayı istiyorsanız biraz daha acele etmekte fayda vardır. Zira bu yöntemde lens ses dalgaları ile parçalanmakta olup bekleyen kataraktlarda lens çekirdeği daha da sertleşir ve parçalanması daha zor olur. Bu durumda daha fazla enerji harcanması gerekir ve fazla enerji göz içi dokularına zarar verebilir.

Gözümü kısarsam veya oynatırsam ne olur?
Gözünüz iğne ile uyuşturulduğu takdirde böyle sorunlar olmayacaktır. Özel bir aletle göz kapaklarınız açık tutulur ve ameliyat yürütülür. Damlalarla uyuşturma yapıldığı takdirde kapak ve göz hareketleriniz tamamen sınırlandırılamaz. Kapak hareketlerinizi bir aletle açarak engellemek mümkündür. Ancak göz hareketlerinizi kendinizin engellemesi gerekir. Bunu yapmanın en iyi yolu ise doktorunuzun söyleyeceği yere sabit olarak bakmanızdır.

Ameliyat esnasında ağrı duyar mıyım?
Anestezi yapıldıktan sonra ağrı duymazsınız. Eğer ağrı duyuyorsanız ek anestezi yapılabilir ve rahat bir şekilde ameliyatı geçirmeniz sağlanır.

Hastanede yatmam gerekir mi?
Günümüzde katarakt cerrahisi günübirlik yapılarak ameliyattan hemen sonra hasta evine gönderilebilir. Ameliyat sonrası ancak çok ciddi sorunlar çıktığı takdirde hastaneye yatmak gerekebilir.

Her göze lens olur mu?
Geçmişte yapılan katarakt cerrahilerinde sadece katarakt alınır ve ameliyat sonrasında hastaya kalın camlı gözlük verilerek görmesi sağlanırdı. Sonraları gözün renkli tabakasının önüne suni göz içi lens uygulaması başladı. Bunun ardından normal insan lensinin bulunduğu yere yani renkli tabakanın ardına lens uygulaması yapılmaya başlandı. Ancak bu lenslerin yerinde kalabilmesi için lens zarlarının desteği gerekmektedir. Günümüzde yapılan katarakt cerrahilerinde suni göz içi lens ya lens zarlarının arasına ya da lens zarlarının önüne konmaktadır. Lens zarları yeterli destek sağlayamadığı zaman suni lens ya yine renkli tabakanın önüne konur, ya da lens renkli tabakanın arkasına konur ama ipliklerle gözün beyaz tabakasına dikilir. İlk ameliyatında gözünün içine lens yerleştirilmemiş kişilere de ikinci bir ameliyatla göz içi lens uygulaması yapılabilir.

Kontak Lensler


Kontakt lensler, kornea yüzeyine yerleştirilerek gözdeki kusurların tashihi veya bazı hastalıkların tedavisi için kullanılan lenslerdir. Refraksiyon ve optikle ilgili ilkeler gözlüklere benzer şekilde kontakt lenslere de uygulanır. Bunlar, miyopi ve hipermetropi derecesine göre kornea eğriliğini bir kontakt lens yüzeyi ile değiştirerek var olan kusuru düzeltirler. Astigmatizmaların çoğunlukla kornea ön yüzeyinin çarpıklığı sonucu oluşmasından dolayı ya sert kontakt lenslerin kullanılması ya da özel olarak astigmatizmaya yönelik üretilmiş yumuşak lenslerin kullanılması gerekir. Miyop veya hipermetroplar için üretilmiş ve fiatı cazip olan yumuşak kontakt lensler en fazla -1,0 dioptri kadar bir astigmatizmayı düzeltebilirler.

Küçük numaralarda gözlük ve kontakt lens numaraları aynı iken numara arttıkça miyopların gözlüğe göre daha küçük, hipermetropların ise daha büyük numaralı bir lens kullanmaları gerekir. Son yıllarda kontakt lens teknolojisi çok gelişmiş ve lenslerin kullanımını kolaylaştıran ve kullanım süresini uzatan yeni tasarım ve materyaller geliştirilmiştir.

Kontakt lens çeşitleri
Günümüzde temel olarak iki çeşit lens vardır. Bunlar gaz geçirgen sert lensler ve yumuşak lenslerdir. Gaz geçirgen sert lenslerin kullanımının gerektiği birkaç durum dışında çoğunlukla yumuşak lensler kullanılır.

Gaz geçirgen sert lensler: Göze oksijen geçişine izin verdikleri için bu adı alırlar ve bu özellikleri nedeniyle artık kullanılmayan sert lenslere göre kornea epitel metabolizmasını daha az bozarlar. Korneanın şeklini almadıkları için yüksek astigmatizma ve keratokonus gibi olgularda özellikle tercih edilirler.

Yumuşak lensler: Çok değişik tipleri vardır. Günlük kullanılan 1 gün ömürlü lensler, günlük kullanılan 1 ay ömürlü lensler, günlük kullanılan 3 ay ömürlü lensler, günlük kullanılan 1 yıl ömürlü lensler, 1 hafta kullanılan 1 hafta ömürlü lensler, 1 ay kullanılan 1 ay ömürlü lensler, bazı göz hastalıklarının tedavisi için kullanılan tedavi edici lensler, bifokal lensler ve renkli lensler gibi. Bunların kullanımı oldukça rahattır. Gözdeki kusurun tashihi için kullanılan lenslerin çoğu renksizdir ve göze takıldığında görünümü değiştirmezler. Takıldıkları sürece kusuru giderir ve berrak bir görüntü sağlarlar.

Kornea yüzeyini bozan hastalıklar sinir uçlarının dışarıda kalmasına bağlı olarak hastaya yoğun bir huzursuzluk verirler. Eski lazer uygulamalarında da kornea sinir uçları açıkta kalır ve hasta yoğun ağrı duyardı. Bu gibi durumlarda hastanın tedavisi amacıyla tedavi edici yumuşak kontakt lensler kullanılır.

Bifokal lensler, yakın ve uzak için iki ayrı gözlük kullanmak zorunda kalan kişiler için geliştirilmiştir.

Günümüzde çok populer olan bir lens grubu da renkli lenslerdir. Gözdeki kusurun düzeltilmesi amacıyla kullanılabildiği gibi herhangi bir kusur olmadan da sırf estetik amaçlı olarak kullanılan numarasız tipleri vardır. Renk seçenekleri çok fazladır. Renkli lensler her gözde katalogda gösterildiği gibi durmaz. Bu nedenle değişik seçenekleri deneme imkanı tanıyan bir merkezde göz muayenesinin ardından denenerek alınmasında fayda vardır.

Kontakt lenslerin avantajları
Kontakt lenslerin bazı kişiler için kozmetik faydası ve gözlük takmama rahatlığı yanısıra optik avantajları vardır.

Yüksek dereceli kusurlarda kontakt lensler küçük çaplı ve kalınlıklı olmaları yanısıra gözün direkt üzerinden tashih yapmaları nedeniyle çevresel kısımlardaki görme bozukluklarını azaltırlar.

Tek gözünde ameliyat veya yaralanma gibi bir nedenle lensini yitirmiş olanlara verilen gözlük camları aşırı büyütme yaptığı için hastanın kullanabilmesi zordur. Kontakt lenslerde büyütme faktörü oldukça azdır ve hasta tarafından tolere edilebilir. Böylece hasta heriki gözünü kullanabilir hale gelir.

Her iki gözünde lens olmayanlarda da daha iyi bir çevresel görme temin edilir ve görüntü bozukluğu fazla olmaz.

Gözlüklerle çok az düzelme kaydedilebilen veya görmesi hiç düzeltilemeyen keratokonuslu veya başka bir nedene bağlı düzensiz korneası olan hastalar kontakt lenslerle sıklıkla iyi bir görme elde ederler.

Kontakt lenslerin sporcular ve özel iş gereksinimleri olan kişiler için de avantajları vardır.

Kontakt lenslerin dezavantajları
Gözlüklere göre biraz daha masraflıdırlar. Ancak teknolojinin gelişimi sayesinde daha hesaplı kontakt lensler piyasaya sürülmektedir.

Yeni kullanmaya başlayanların belli bir adaptasyon süresi olur. Bu süre yumuşak lens kullananlarda daha az, sert lens kullananlarda daha uzundur.
Kontakt lens kullanımında temizliğe çok dikkat etmek gerekir. İleride anlatılacak olan bazı göz sağlığı sorunları kontakt lens kullananlarda meydana gelebilir. Bazen lensin kullanılamadığı zamanlar olur ve bu zamanlarda gözlük kullanmak gerekebilir.

Kontakt lens kullanmaya başlamadan önce yapılması gereken muayene:
Görme keskinliğinin değerlendirilmesiGöz numarasının tespitiBiyomikroskop ile göz muayenesi ve gözyaşı değerlendirmesi, KeratometriGerekiyorsa korneal topografi, yani korneanın kırıcılık haritasının çıkarılması

Yapılan bu değerlendirmeler ile gözün kontakt lens kullanımına uygun olup olmadığı belirlenir. Ayrıca nasıl bir kontakt lens kullanabileceğine karar verilir.

Kontakt lenslerin kullanımı
Temizlik
Lenslerinize dokunmadan önce mutlaka ellerinizi yıkayın. Böylece lenslerinizin kirlenmesini, dolayısıyla gözlerinizin mikrop kapmasını engellemiş olursunuz. Düzenli olarak ellerin yıkanması da gözünüzü olası enfeksiyonlardan korur. Ellerinizi yıkarken yağ, losyon ya da parfüm içermeyen bir sabun kullanınız ve pamukçuk bırakmayan bir havlu ile kurulayınız.

Lensin kontrol edilmesi
Kontakt lensler, steril kapalı blister ambalajlarda ya da cam flakonlarda sunulur. Lensinizin ambalaj paketi veya folyosunun açılmamış olmasına ve kullanım tarihinin geçmemiş olmasına dikkat ediniz.

Ambalaj üzerinde lensin numarası yer alır. İki gözü için farklı numarada lens kullananların uygun ambalajı açıp açmadığı konusunda emin olması gerekir. Lenslerin karışmasını önlemek için daima aynı gözden takmaya başlayın. Bazen ambalaj içinden lensi almakta zorlanabilirsiniz. Bu durumda asla cımbız veya benzeri bir alet kullanmayınız. Ambalajı kapalı halde bir iki defa salladığınızda lensinizi rahatlıkla alabilirsiniz.

Lensi kontrol etmek için işaret parmağınızın ucuna yerleştirin ve bir ışık kaynağına doğru tutun. Lensin temiz ve nemli olması gerekir. Çizik, çentik, yırtık veya çatlak bulunmamalı ve küçük parçacıklar yapışmış olmamalıdır. Lens hasar görmüş ise asla kullanmayın ve atın. Yumuşak lensler kuruduğu zaman da kullanılamaz hale gelirler.

Yumuşak lensler iki tarafa da dönebildiği için doğru yönde olduğunun kontrol edilmesi gerekir. Ters olarak göze yerleştirilen bir lens fazla hareket eder, rahatsızlık meydana getirebilir ve iyi bir görme sağlamaz.

Bu kontrol iki şekilde yapılabilir. Birincisinde lensi işaret parmağınızın ucuna yerleştirip şekline bakın. Eğer kenarları bir çanak şeklindeyse yönü doğru demektir. Eğer kenarları dışarı bakıyorsa yönü yanlış demektir ve tersyüz edilerek düzeltilmesi gerekir. İkinci yöntemde ise eğer varsa lensin yazısına bakılır. Yazının lens göze takıldıktan sonra karşıdan bakıldığında düzgün okunacak şekilde olması gerekir.

Lensin göze yerleştirilmesi
Ellerinizi yıkadıktan sonra kurulayınız. Elleriniz ıslak olduğunda kontakt lens ya elinize yapışır ya da kayıp düşebilir. Lensi sağ işaret parmağınızın ucuna yerleştirin. Solak olanlar aynı işlemleri sol elleriyle yapabilirler.

Aynı elinizin orta parmağını kirpiklerinize olabildiğince yaklaştırın ve alt göz kapağını aşağı çekin.· Üst göz kapağınızı yukarı kaldırmak için diğer elinizin parmaklarını kullanın. İşaret parmağınızla yavaşça lensi doğrudan gözünüze yerleştirin. Bunu yapamıyorsanız gözünüzün burun tarafına bakmasını sağlayın ve dış kısımda görünen gözün beyaz kısmına lensinizi yerleştirin. Üçüncü bir alternatif olarak yukarı bakın ve altta görünen beyazlığa lensinizi yerleştirin. İkinci ve üçüncü durumlarda lensin bulunduğu tarafa bakarak gözünüzün üzerine gelmesini sağlayın.

İlk önce alt göz kapağını, sonra da üst göz kapağını serbest bırakın.Yavaşça göz kırpın. Lensinizin artık ortalanmış olması gerekir. Lensleri taktıktan sonra gözlerinizi ovuşturmaktan kaçının.

Lensler gözünüzde rahat değilse veya net bir şekilde göremiyorsanız aşağıdaki durumlar söz konusu olabilir:

Lens gözde ortalanmış olarak durmuyor olabilir. Lens gözün beyazına doğru kaymış olabilir. Bu durumda lensi parmağınızla hafifçe bastırarak masaj yapın ve göz kapaklarınız yardımıyla iterek tekrar yerine yerleştirin. Eğer lens gözünüzden düşmüşse ve kısa ömürlü bir lens kullanıyorsanız yenisiyle değiştirin. Uzun ömürlü bir lens ise oldukça titiz bir şekilde lens solusyonunuz ile birkaç defa yıkayın.
Lensin üzerinde veya altında yabancı bir cisim olabilir. Bu durumda lensi çıkarıp solusyon ile temizledikten sonra tekrar takın.

Lensiniz yırtılmış veya hasar görmüş ise tekrar gözünüze yerleştirmeyin ve atın.Bulanık görme varsa lensi yanlış göze takmış ya da ters takmış olabilirsiniz. Böyle bir durum söz konusu değilse yine de lensi gözünüzden çıkarıp temizledikten sonra tekrar takın. Hala görmeniz netleşmiyorsa ve rahat değilseniz lensinizi çıkarıp doktorunuza başvurun.

Lensin çıkartılması
Ellerinizi yıkayın ve kurulayın. Çıkarma işlemini lensi düşürüp kaybedebileceğiniz lavabo gibi ortamlarda yapmayın.

Yumuşak lensler için:
Yukarı bakarken orta parmağınızla alt göz kapağını aşağı doğru çekin. İşaret parmağınızın ucunu lensin kenarına getirin ve gözünüzün beyaz tabakasına doğru aşağı kaydırın. Baş ve işaret parmaklarınız yardımıyla lensi hafifçe sıkarak dışarı çıkartın.

- İkinci bir yöntem olarak alt göz kapağını aşağı doğru çektikten sonra burnunuza doğru bakın. Lensi gözün dışta kalan beyaz kısmına doğru çekin, baş ve işaret parmaklarınız yardımıyla hafifçe sıkarak dışarı çıkartın.

Gaz geçirgen sert lensler için:
- Orta parmağınızın ucunu üst kapağınızın ortasına, yüzük parmağınızın ucunu da alt göz kapağınızın ortasına yerleştiriniz. Gözlerinizi parmaklarınızın yardımıyla mümkün olduğu kadar açıp kulaklara doğru çekerek dümdüz ileriye doğru bakınız. Göz kapaklarınız lensin kenarlarına basınç yapacağı için lensiniz kolayca gözünüzden çıkacaktır.
- Bir elinizin baş parmağını ve işaret parmağını kullanarak lens ortaya çıkacak şekilde göz kapaklarınızı aksi yönlere doğru çekiniz. Diğer elinizle lens vantuzunu tutarak göze alttan yaklaşınız. Vantuzu, üstündeki delik lensin üzerine gelecek şekilde dikkatlice lensin yeterince yakınına yerleştiriniz. Vantuzu, hafifçe lense bastırınız, hafif eğerek geri çekiniz. Böylece lens vantuzun üzerine yapışacaktır.
- Üst ve alt göz kapakları arasına lensi sıkıştırarak dışarı çıkmasını sağlayınız. Hiçbir zaman parmağınızı gözünüzün üzerinde lensinizi aramak için gezdirmeyin. Lensinizi çıkartmaya başlamadan önce kornea üzerinde olduğundan emin olun. Gözlerinizi ayrı ayrı kapayarak görüşünüzü kontrol edin, bir bozukluk farkederseniz lensiniz gözünüzden düşmüş olabilir. Lensinizin herşeye rağmen gözünüzde olduğundan eminseniz çıkartılması için iyi bir yardımcıya ihtiyacınız var demektir. Hiçbir zaman yumuşak lenslerinizi çıkartmak için vantuz kullanmayın. Gaz geçirgen sert lenslerin çıkarılmasında vantuz kullanılabilir.

Yumuşak lensler gözde uzun süre kaldığı zaman hafif kuruma yaparlar ve bu şekilde çıkarıldıklarında kenarları birbirine yapışabilir. Bu durumda lensi ayırmaya çalışmayın. Lens solusyonuyla ıslatıp biraz bekledikten sonra lens kolayca açılacaktır.

Kontakt lensin bakımı
Lens bakım malzemelerini devamlı elinizin altında bulundurmakta fayda vardır.
Temizlik için düz bir yüzey seçin. Lavabo gibi lensi kaybedebileceğiniz veya kirlenmesine sebep olabileceğiniz ortamları seçmeyin. Lensi takacağınız yerde küçük bir ayna bulunsun.
Lensleri tutmadan önce mutlaka ellerinizi yıkayıp durulayın ve kurutun.Karıştırmamak için temizliğe her zaman aynı lensten başlayın.Lens kabına lens solusyonu doldurun.Çıkardığınız lensi avucunuzda birkaç damla lens solusyonu ile temizleyin. Lensin heriki tarafını işaret parmağınızın etli kısmı ile silin.Lensi duruladıktan sonra kabına yerleştirin. Lens kabındaki solusyonun yumuşak lens kullanıldığı takdirde en azından lensi örtecek kadar olması gerekir. Sert lenslerin kuruması lensi bozmasa da lensin dezenfeksiyonu ve rahat kullanımı için nemli tutmakta fayda vardır.
Dezenfeksiyon için lensleri solusyonda en az 4 saat tutmak gerekir. Bu süre sonunda bazı solusyonlarda lens, kabından alır almaz göze takılabilirken bazılarında başka bir solusyonla yıkamak gerekebilir. Yine bazı lenslerde bu 4 saat içinde nötralizasyon hadisesi meydana gelir ve süre bitmeden lens direkt göze takılamaz. Lenslerinizi her çıkarışınızdan sonra dezenfekte etmek, tahrişe veya enfeksiyona neden olan mikroorganizmaların ölmesini sağlar.
Lensi gözünüze taktıktan sonra lens kabını solusyonla çalkalayıp ağzını kapatın. Lensi kabına koyacağınız her zaman mutlaka yeni solusyon doldurun.
Uzun ömürlü lens kullanımında birkaç haftada bir protein temizliği yapmak gerekir. Bu işlem için lens kabının gözlerine yeni solusyon doldurulur ve her birine bir adet protein temizleme tableti konularak çözülür. Lenslerinizi çıkarıp temizleyin ve duruladıktan sonra kutusuna yerleştirin. Lenslerin solusyona iyice batmasını sağlayın. Kapakları kapatın ve kutuyu hafifçe sallayın. 15 dakika bekleyin. Lensleriniz çok kirliyse bu süreyi 1-2 saate kadar uzatabilirsiniz. Lenslerini kutusundan çıkarıp lenslerinizi ve lens kutusunu lens solusyonu ile temizleyin. Sonra kutuya solusyon doldurup lenslerinizi koyarak normal dezenfeksiyon işlemini başlatın.
Tam renkli lenslerin temizlenmesi ve sterilizasyonunda sorbik asit ve potasyum sorbat ihtiva eden salin solusyonu, Optisoft polyquad solusyon, opticlean ve Mirasol solusyon kullanmayın.

Kontakt lens kullanırken makyaj
Lens kullanırken makyaj yapmak mümkündür. Ancak lenslerin makyaj malzemesi ile kirlenmemesine özen göstermeniz gerekir.
Cildinizi temizlerken: Önce lenslerinizi çıkarınız, sonra temizleme emulsiyonu ve göz makyajı temizleyicisini kullanınız.
Gece kremi: Yatmadan önce lenslerinizi çıkaracağınıza göre her zaman olduğu gibi gece kremi kullanabilirsiniz. Sabahları yüzünüzü ılık suyla yıkamalısınız. Eğer gözlerinizin etrafı yağdan arınmış olursa lenslerinize hiçbir şey olmaz.
Gündüz kremi: Likid krem yerine fazla akıcı olmayan bir krem kullanınız. Gözlerinizin etrafına sürerken çok dikkatli olmalısınız. Bu bölgeye hiç krem sürülmemesinde yarar vardır.
Makyaj malzemesi: Lensleri her zaman göz makyajı yapmadan önce takın. Makyaj malzemesi seçerken yağlı olanlardan çok nemlendirici özellikte olanları tercih edin. Göze yağlı makyaj veya krem uygulandığı takdirde bunların göz kırpma hareketiyle gözün yakınına gelip lense bulaşma tehlikesi vardır. Bu lensinize zarar vermese de görüşünüzü bulandırır. Ayrıca göz kapağının iç kenarında kullanılan makyaj malzemelerini kullanmayın. Çünkü bu gibi makyaj malzemeleri kontakt lens yüzeyini kirletip rahatsızlığa yol açabilir. Lensler gözünüzdeyken makyajınızı silmeniz mümkündür. Bunu yaparken makyajın ya da makyaj temizleyici malzemenin lensinize değmemesine özen gösterin.
Maskara: Rimeli her zaman lenslerinizi takmadan önce uygulayınız. Bir iki dakika kurumasını bekleyip sonra fırçalayınız. İçinde kirpik uzatmaya yarayan küçük katkı kıllar bulunan rimelleri kullanmayınız, zira bu kıllar düşebilir ve lenslerinizi kirletibilir. Hergün rimel kullanmak istemiyorsanız kuaförünüzden kirpiklerinizi boyatmanın mümkün olup olmadığını sorun. Rimel hiçbir zaman göz yaşı sıvısına bulaşmamalıdır.
Göz farı: göz farının sıvı, krem ya da kompakt toz gibi birçok alternatifleri mevcuttur. Hepsinin kendine göre avantajları vardır. Sıvı ve krem olanlarının uygulanması kolaydır. Kompakt toz farlar için uygulayıcı mevcut olup, bununla farı sürerken önce nemlendirilmesi gerekir, ayrıca far göze cömertçe sürülmemelidir.
Göz kalemi: Bu kullanmamanız gereken yegane makyaj malzemesidir. İçerdiği maddelerden dolayı lensinizin lekelenme tehlikesi vardır ve sürekli temizlemek lenslerinizin ömrünü azaltır.
Saç spreyi: Saçınızı lenslerinizi takmadan önce yapmanız en akıllıcası olur. Lenslerinizi takmış bulunuyorsanız sprey sıkmadan önce gözlerinizi kapatmayı unutmayınız.

Kontakt lensin çıkarılmasını gerektiren durumlar
Gözde kaşıntı, yanma veya batma,Gözde bir şey varmış hissiAşırı sulanma, normal olmayan göz akıntısı veya kızarıklıkGörüş bulanıklığı, nesnelerin etrafında gökkuşağı veya harelenme görüntüsüLenslerin ilk takıldıkları zamana göre daha fazla rahatsızlık vermesi
Lensi çıkardığınız zaman rahatsızlık hissi ortadan kalkıyorsa lenste hasarlanma, kir veya yabancı cisim olup olmadığını kontrol etmek için yakından incelemeniz gerekir. Hasarlanma varsa lens atılmalı ve yeni bir lens kullanılmalı, kir ve yabancı cisim varsa temizliği yapılmalıdır. Bunlara rağmen problem devam ederse derhal doktorunuza danışınız. Burada bahsedilen şikayetler herhangi bir enfeksiyon ya da daha ciddi bir durumun habercisi olabilir
Kontakt lens kullanımı esnasında karşılaşılan sorunlar
Kontakt lensler bazı gözlerde kuruluk meydana getirebilir. Bu durumda kayganlaştırıcı ve ıslatıcı damlaları kullanmanız uygun olur. Eğer kuruluk hali devam ederse göz doktorunuza başvurmanız gerekir. Lens gözünüze yapışmış yani hareketi durmuş ise bir kayganlaştırıcı solusyon uygulayın ve lensi çıkarmayı denemeden önce serbestçe hareket etmesini bekleyin. Lens hala yapışmaya devam ediyorsa derhal göz doktorunuza başvurun.
Bazı gözlerde göz yaşı salgısında artma meydana gelebilir. Bu durum özellikle alışma sürecinde olan kişilerde daha sıktır.
Gözde yabancı cisim hissi. Toz parçacıkları, lens yüzeyinde kirlenme veya çizikler, lensi aşırı uzun süre takma veya lensi çıkarırken gözü zedeleme bu duruma sebep olur. Bu durumda lensinizi çıkarın, temizleyin. Çizik veya yırtık tespit ederseniz lensi takmayınız. Ayrıca lensleri önerilen süreden daha uzun süre takmamaya çalışın.
Ağrı. Gözde yabancı cisim hissine sebep olan faktörler ağrıya da neden olabilir. Önerilere dikkat ettiğiniz takdirde gözde yabancı cisim hissi ve ağrı devam ediyorsa fazla beklemeden doktorunuza müracaat etmeniz gerekir.
Gözlerde yanma, batma, kaşıntı ya da sulanma. Lens yüzeyinde temizleme solusyonu veya sabun kalmış olabilir. Lenslerinizi çıkarıp iyice yıkadıktan sonra yeniden takmanız gerekir.
Gözde kızarma. Gaz geçirgen sert lens kullananlarda alışma sürecinin bir belirtisi olabileceği gibi gözde bir enfeksiyona da işaret ediyor olabilir. Kontakt lense alışmış bir gözde aniden kızarıklık meydana gelmişse hemen doktora müracaat etmek gerekir.
Işık hassasiyeti. Yine gaz geçirgen sert lenslerin alışma döneminde olabilir. Ayrıca kornea enfeksiyonunda da ışık hassasiyeti meydana gelebilir.
Işık etrafında gökkuşağı ya da hareler görme. Lensin merkezde durmamasından veya korneada ödem oluşmasından kaynaklanabilir.
Bulanık görme. Normalde net gördüğünüz bir lensle bulanık görmeye başlamışsanız lensleriniz kirli olabilir. Uzun süreli kullanımda da bulanık görme meydana gelebilir. Bir günlük bir takma süresinden sonra lenslerinizi çıkartınca birkaç saat süre ile bulanık görebilirsiniz. Bu geçici bir şikayettir.
Göz yorulması. Uykusuzluk, gözlerin okuma ve çalışmada uzun süre kullanılması sonucunda meydana gelir. Lensleri takma süresini azaltarak gözlerinizi dinlendirmeniz gerekir.
Lenslerin korneadan kayması veya düşmesi. Çocuklarda sık rastlanan bir durumdur. Ancak erişkinlerde olması lenslerde bir uygunsuzluğa işaret ediyor olabilir. Doktorunuza danışmanız gerekir.
Kornea ülseri. Kontakt lens kullanımda en çok korkulan durumdur. Yukarıda belirtilen durumların çoğuna neden olabilir. Lensi çıkarıp gözünüzü dinlendirmenize rağmen şikayetler geçmiyorsa fazla beklemeden doktora müracaat etmek gerekir. Bu durum tespit edildiğinde bir süre kontakt lens kullanımına ara verip gözünüzün tedavisinin yapılması gerekecektir.
Allerji. Kontakt lens kullanımının herhangi bir döneminde meydana gelebilir. Gözlerde kaşıntı, yanma, batma, sulanma ve kızarıklık gibi şikayetler olabilir. Lenslerin çıkarılarak tedavisinin yapılması gerekir.
Korneada damarlanma. Lenslerin uygun olmayan şekilde kullanılması, uygun olmayan lens kullanılması ve göz kontrollerinin aksatılması sonucunda meydana gelir. Zamanla görmeyi etkileyebilir ve kontakt lens kullanımını engelleyebilir.
Lens kullanırken gözünüze herhangi bir kimyasal madde kaçarsa derhal gözleri bol suyla yıkayın, lensleri hemen çıkartın ve atın. Acilen göz doktorunuza ya da acil servise başvurun.
Kontakt lens kullanımıyla ilgili ilginç notlar
Yıllık kornea ülseri görülme sıklığı kontakt lenslerini gündüzleri kullananlar arasında 10.000 kişide yaklaşık 4.1 olurken kontakt lenslerini geceleri de çıkarmayanlar arasında bu oran 10.000 kişide 20.9′dur.
Günlük kullanım için üretilen bir lens geceleri de çıkarılmadan kullanıldığında kornea ülseri riski lenslerini uyku sırasında çıkaranlara göre 9 kat fazladır.
Sigara içen kontakt lens kullanıcılarında ülseratif keratit riskinin sigara içmeyenlere göre 3 ila 8 kat fazla olduğu tahmin edilmektedir.
UV koruması olan lensler UV ışınlarına karşı korur ama UV ışınlarını absorbe edebilen bir güneş gözlüğünün yerini tutamaz.
Kontakt lens kullanırken nelere dikkat etmeliyim ?

Cevap:
Lens gözünüzdeyken kesinlikle doktorunuzun önermediği hiçbir damlayı gözünüze damlatmayınız.
Lens temizliği ve bakımı için çeşme suyu kullanmayın. Bu amaçla üretilmiş olan solusyonları kullanın.
Lenslerinizi her çıkarışta temizleyin, durulayın ve dezenfekte edin. Dezenfeksiyon sırasında lens kutusunu kapalı tutunuz. Aynı solusyonu bir seferden fazla kullanmayın.
Farklı lens bakım sistemlerini ardarda, bir arada kullanmayın veya gerekmedikçe lens bakım sisteminizi değiştirmeyin. Yalnızca göz doktorunuzun önerdiği sistemi uygulayın.
Lens kullananların tırnaklarını temiz tutmaları ve fazla uzatmamaları, yumuşak lensi yırtabileceği için asla dokundurmamaları gerekir.
Lenslerinizi asla yüksek ısıya maruz bırakmayın.
Aseton, alkol, benzol gibi kimyasal solusyonlar lensleri bozabilir.
Sert lenslerin maddesi esnek, ama belli bir ölçünün üzerinde bükülemeyecek şekilde yapılmıştır. Lensin temizlenmesi sırasında fazla basınç uygulanması lensi kırabilir. Sürekli basınç lensi deforme eder ve optik açıdan kullanılamaz hale getirir.
Yumuşak lensler solusyonsuz açık havada bırakılırsa kuruyabilir ve bozulur. Bu durumdaki lenslerin kullanılmaması gerekir.
Kontakt lens kullananların sigara içmesi, özellikle gece boyunca gözde kalan lens kullananlarda sorunların artmasına yol açabilir.
Lensler gözünüzde bir rahatsızlık yapmasa bile kullanım süresini aşmamaya çalışın.
Kullanım tarihi dolan lensleri kullanmayın.
Takiplerinizin sağlıklı olarak yürümesi için lensinizin ambalajını saklayın.
Lenslerin takılı olmaması gereken bir zamanda mecburen lensleri takmamak için yanınızda gözlük bulundurun.
Yüzerken kontakt lenslerinizi çıkarın.
Sıcak ve kuru havaların lenslerin normalden daha kısa sürede kurumasına neden olabildiği gözlenmiştir. Bu durumlarda gözünüzü daha çok kırpmanız, lensin susuz kalmasını önlemede yardımcı olacaktır.
Banyo yapmadan önce lenslerinizi çıkararak üzerine sabun veya şampuan bulaşmasını önleyin.
Gaz geçirgen sert lenslerin kullanımı sırasında gözlerin belli bir alışma süreci vardır. Bu esnada ışığa karşı hassasiyet artabilir ve gerektiğinde güneş gözlüğü kullanabilirsiniz. Bu lenslere gözlerinizin alışabilmesi için doktorunuzun belirleyeceği kullanma sürelerine riayet etmelisiniz.
Kontakt lens kullanırken sağlıklı bir görüşü korumak için düzenli olarak göz kontrolü yaptırmak gerekir.
Kontakt lensleri hangi durumlarda kullanmamak gerekir?

Cevap:
Göz ön kamarasında akut ya da subakut iltihap ya da enfeksiyon olduğu ya da lens kullanımı ile kötüleşebilecek gözün kornea, konjonktiva veya kapaklarını etkileyen hastalığı, yaralanması, allerjisi, enfeksiyonu, iltihabı gibi durumlarda.
Kornea duyusu azalmış olanlarda.
Kontakt lens kullanımına engel oluşturacak göz yaşı salgısının yetersiz olduğu durumlarda.
Kontakt lens kullanımıyla daha da kötüleşen ya da kontakt lens kullanımına engel oluşturan sistemik hastalıklar, genel sağlık durumunda bozukluk, şiddetli soğuk algınlığı veya grip olduğunda.
Kontakt lens kullanımı ile etkileşimi olan ya da kontakt lens kullanımında kontrendike olan ilaç kullanılması durumunda (göz ile ilgili preparatlar dahil olmak üzere). Antihistaminikler, dekonjestan maddeler, diüretikler, kas gevşeticiler, trankilizanlar ve araba tutmasına karşı kullanılan ilaçlar gözün kurumasına, lensin gözde hissedilmesine veya görüş bulanıklığına yol açarlar. Doğum kontrol hapı kullananlarda da görüşte veya lens toleransında değişiklikler meydana gelebilir.
Lensin gözde olduğu süre içerisinde göze uygulanacak ilaçla tedavi gerektiren göz hastalıkları olduğunda Kontakt lensin allerji meydana getirdiği kişilerde.
Kontakt lens kullanımı ile bağlantılı olarak nüks edebilecek göz ya da göz kapağı hastalığı ya da diğer sorunların bulunduğu hastalarda.
Aşırı kuru, dumanlı ve tozlu ortamlarda çalışanlarda.
Deniz gözlüğü olmaksızın su sporu yapanlarda.
Kontakt lens kullanımı kolay mıdır?
Cevap: Yumuşak lensler kullanımı en kolay lenslerdir. Daha önce hiç kontakt lens kullanmadıysanız bile yumuşak lensleri rahatlıkla kullanabilirsiniz. Yumuşak lensler yüksek oksijen geçirgenliğine sahiptir. Bu nedenle bazı yumuşak kontakt lensler gece bile çıkarılmadan kullanılabilmektedir.

Gözde herhangi bir bozukluk olmadan yumuşak lensler ile sadece göz rengi değiştirilebilir mi?

Cevap: Evet, numarasız renkli kontakt lensler vardır. Ancak kontakt lens kullanıp kullanamayacağınıza bir göz doktorunun karar vermesi ve kontakt lensi kullanımınız esnasında da bir göz doktorunun takibinde olmanız gerekir.

Görünümü bozulmuş gözlerde kontakt lenslerle iyi bir görünüm elde edilebilir mi?

Cevap: Bu amaçla üretilen protez kontakt lensler mevcuttur. Bu lensler hasarlı gözlere doğal ve estetik bir görünüm sağlar ve hastaya psikolojik rahatlık kazandırır. Yumuşak lenslerdir ve denenerek alınması gerekir.

Kontakt lensimi kullanmadığım zaman da günlük olarak dezenfeksiyon yapmam gerekir mi?

Cevap: Lenslerini sürekli kullanmayanlar kullanmadıkları süre içerisinde on beş günde bir lenslerini dezenfekte etmelidirler.

Glokom ve Tedavisi


Glokom, göz içi basıncı yüksekliği, görme alanı ve görme sinirinde kalıcı hasarlara yol açan, giderek görme keskinliğini azaltan bir hastalıktır. Tüm dünyada körlüğün önde gelen nedenlerinden biridir. Her yaşta görülebilir.

Glokom ve Göz içi Basıncı İlişkisi
Göz, ön ve arka segment olarak iki bölümden oluşur. Bu iki bölümü birbirinden ayıran yapı lenstir. Ön segment de yine ön ve arka kamara olarak iki bölümden oluşur. Bu iki bölümü ise iris dediğimiz gözün renkli tabakası ayırır. Ön kamarayı önde kornea sınırlar. Bu bölüm aköz denilen bir sıvı ile doludur. Aköz sıvısı lensin bağlantı noktalarının yakınındaki silier cisimden salgılanır, lensin ön yüzeyinden akarak ön kamaraya gelir. Burada lens ve korneanın beslenmesini sağlar. Ayrıca gözün şeklini oluşturacak basıncı meydana getirir. Bu basınca göz içi basıncı (GİB) denir. Görmenin korunması için bu basıncın belli sınırlar içinde korunması şarttır.
İnsanların çoğunda GİB 14-16 mmHg civarındadır, 10-21 mmHg değerleri normal kabul edilir, 22 ve üzerindeki değerler şüpheli veya anormaldir.
Silier cisimden salınan aköz sıvısı göz bebeğinden ön tarafa gelip iris ile korneanın birleşim yerindeki açıda trabeküler ağ denilen yapıdan süzülür. Devamlı bir döngüsü vardır. Bu döngü, göz bebeğinden geçiş esnasında ya da trabeküler ağ ve sonrasında engellenecek olursa GİB yükselmeye başlar. Artan basınç sağlam yapıya sahip gözü bir balon gibi patlatamaz. Bunun yerine en zayıf noktası olan görme sinirinin göze giriş yerine basınç yaparak sinir liflerini öldürür. Böylece kalıcı bir görme kaybı meydana gelir. Bu nedenle erken tanı ve tedavi önemlidir.
Glokom çeşitleri nelerdir?
Açık açılı glokom: En sık görülen glokom tipidir. Toplumun yaklaşık %1′inde ve daha çok 40 yaşın üzerinde görülür. Erken dönemde hiç bir belirti vermez. Göz içi basıncı yavaşça yükseldiği için belirtiler yavaş bir şekilde başlar, kornea başlangıçta bulanmaz, ağrı hissedilmez. Görme yavaş yavaş kaybedildiği için geç dönemlere kadar hasta bunun farkına varmayabilir. Görme kaybının farkına varıldığı zaman da hasar kalıcı hale gelmiştir.
Açık açılı glokomda, gözün drenaj bölgesi olan trabeküler ağda henüz tam çözemediğimiz bir direnç oluşturmaktadır. Bu, kronik bir hastalıktır. Kalıtsal olma ihtimali vardır. Günümüzde kesin tedavisi yoktur, fakat eldeki imkanlarla hastalığın ilerlemesi yavaşlatılabilir ya da durdurulabilir. İlaçların ömür boyu kullanılması gerekebilir.

Normal basınçlı glokom: Düşük basınçlı glokom olarak da bilinir. Normal GİB’na rağmen görme alanı kaybı ve görme siniri hasarı vardır. Bu kişilerde görme sinirinde bir dolaşım bozukluğu söz konusu olduğu için GİB’nın daha aşağılara çekilmesi gerekir.

Bir de bu durumun tam tersi vardır. GİB yüksek olmasına rağmen görme alanı kaybı ve görme siniri hasarı görülmez. Buna da göz hipertansiyonu denir ve tedavi gerektirmez. Ancak ileride glokoma dönüşebileceği için takip gerekir.

Açı kapanması glokomu: Kalıtsal olabilir ve aynı ailenin farklı bireylerinde aynı anda görülebilir. Asyalılarda ve hipermetroplarda daha sıktır. Bu kişilerde ön kamara normal kişilere göre daha sığdır. Kornea ve iris arasında trabeküler ağın bulunduğu açı dardır. Yaşlandıkça da lensin büyümesine bağlı olarak bu açı daha da daralır ve GİB yükselir.

Açı tamamen kapandığında ise akut glokom meydana gelir.
Akut glokomda GİB aniden yükselir. Hasta çok ağrı hisseder, hatta bulantı ve kusma olabilir. Göz kızarır, kornea bulanıklaşır. Hasta ışık çevresinde haleler görür ve görme azalır. Bu, acil bir durumdur. Tedavi geciktirilirse görüş kaybedilir. Trabeküler ağ sıkarlaşarak hastalık kronik hale geçebilir ve bu durumun tedavisi daha da zordur.
Çoğu atak karanlıkta veya stresli durumlarda meydana gelir. Zira bu durumlarda göz bebeği büyür ve açı daralır. Ayrıca göz bebeğini büyüten antidepresanlar, grip ilaçları, antihistaminikler ve bulantı ilaçları da gözde glokom krizini kolaylaştırabilir. Hafif olan ataklar ışıklı ortama geçmek veya uyumakla kendiliğinden yatışabilir. Çünkü bu durumlarda göz bebeği küçülür.

Akut atak, göz bebeğini küçülten ve aköz salgısını azaltan ilaçlarla durdurulabilir. GİB normal düzeyine indiğinde lazer iridotomi yapılması gerekir. Yani lazerle irise bir delik açılır. Böylece arka kamaradaki sıvı ön kamaraya kolayca geçebilir. Bu girişim damlayla göz uyuşturulduktan sonra yapılır ve birkaç dakika sürer. Diğer göze de tedbir amacıyla yapılabilir. Çünkü bir gözdeki açı dar olunca diğerinin de dar olma ihtimali yüksektir. Açının dar mı yoksa geniş mi olduğu gonioskopi ismi verilen bir teknikle anlaşılabilir.

Tüm açı kapanması glokomu olan kişilerde atak meydana gelmez. Bazılarında kronik açı kapanması glokomu meydana gelir ve bu durumda da belirtiler az olur. İris, drenaj bölgesini yavaşça kapatır ve skar oluşur. Skar dokusu epeyce ilerleyene kadar basınç yükselmeyebilir.

Pigmenter glokom: Bir açık açılı glokom şeklidir. Erkeklerde daha sık görülür. Genellikle 20-30 yaşlarında başlar. Miyoplarda daha sıktır. Bu kişilerde iris lense yakın olup hareketi esnasında göze renk veren pigment aköze dökülür ve trabeküler ağı tıkar. Böylece GİB yükselir.

Eksfoliasyon sendromu: İleri yaşlarda bazı kişilerde lens üzerinde saç kepeği gibi bir materyal birikir. İrisin hareketiyle bu materyal yerinden ayrılarak pigmentle birlikte drenaj kanallarını tıkar.

Neovasküler glokom: Çok ağır bir glokom şeklidir. Gözün sinir tabakasında şeker hastalığına bağlı tutulum, damar tıkanıklığı veya herhangi bir şekilde beslenmesini engelleyen bir durum olduğunda iriste anormal damarlar gelişir ve bunlar ilerleyerek açıyı örterler.

Yaralanma sonrası oluşan glokom: Göze darbe alınması, kimyasal yanıklar veya delici yaralanmalar akut veya kronik glokoma yol açabilir. Sebebi genellikle drenaj sisteminin bozulmasıyla ilgilidir. Bu nedenle göz yaralanması geçiren kişilerin belli aralıklarla kontrolden geçmesi gerekir.

Konjenital glokom: Doğuştan itibaren vardır. Birkaç ay içinde gözde belirgin bir büyüme, sulanma ve bulanıklaşma ile kendini belli eder. Erken cerrahi tedavi yapılmazsa körlükle sonlanır.

Kimler glokom riski taşır?
Öncelikle herkesin bu hastalık yönünden dikkatli olması ve düzenli kontrolden geçmesi gerekir. Fakat bazı kişiler normal topluma göre daha yüksek risk altındadırlar:
40 yaşını geçenler,
Akrabalarında glokom bulunanlar,
GİB anormal şekilde yüksek seyredenler,
Şeker hastalığı,
Yüksek miyopi,
Uzun süreli kortizon kullanımı,
Göz yaralanması,
Yüksek kan basıncı,
Şiddetli kansızlık ve şok geçirilmiş olması.
Glokom nasıl tespit edilir?
Glokomun en iyi tespit yöntemi düzenli göz muayenelerinin yapılmasıdır. Göz doktoru bu hastalığı tespit etmek için aşağıdaki muayeneleri uygular:
GİB ölçümü: Günümüzde en yaygın kullanılan iki yöntem vardır. Bunlardan birinde göz damlayla uyuşturularak alet göze değdirilir. Diğerinde ise hava ile ölçüm yapıldığı için göze herhangi bir şey damlatılmaz.

Optik sinir hasarının değerlendirilmesi: Oftalmoskop denilen bir aletle göz bebeğinden direkt olarak görme siniri değerlendirilir. Bilgisayarlı yeni bazı alet ve yöntemlerle optik sinir hasarı ve sinir lifleri tabakasının kayıpları sayısal olarak da değerlendirilebilmektedir.

Görme alanı: Görme siniri hasarını fonksiyonel olarak gösterir. Günümüzde genellikle bilgisayarlı olanı tercih edilmektedir. Bu metotta çene yarım küre şeklindeki bir cihazın önüne yerleştirilir. Işık gördükçe hastadan düğmeye basması istenir. Testin sonunda bilgisayar görme alanını kağıda basarak verir.

Gözün drenaj açısının incelenmesi: Göze gonyolens denilen özel ayna ve mercek sistemleri uygulanarak değerlendirilir.

Glokom nasıl tedavi edilir?
Glokom tedavisindeki amaç hastalığın iyileştirilmesi değildir. Çünkü öyle bir tedavi yoktur. Amaç GİB’nın kontrol altına alınarak görme kaybının engellenmesidir. Bu amaçla göz damlaları, ağızdan alınan ilaçlar, lazer, ameliyatlar veya bunların birkaçı bir arada uygulanabilir:
Göz damlaları: GİB’nın kontrol altına alınabilmesi için damlaların doktorun önerdiği şekilde düzenli olarak kullanılması gerekir. İlacın gözdeki etkisini artırmak için uygulama sonrası bir süre gözleri kapamak iyi olur. Tüm göz damlaları içerdiği koruyucu maddeler nedeniyle gözde yanma ve batma hissi yapabilir, fakat bu hisler kısa sürer.

Ağızdan alınan ilaçlar: Bazen damlalar GİB’nı kontrol altına almaya yeterli olmayabilir. Damlalardan daha fazla yan etkiye sahip olan bu ilaçlar da aköz üretimini azaltarak etkili olurlar.

İlaç kullanımında önemli bir prensip olarak doktorlarınıza mutlaka bütün kullandığınız ilaçları ve sizde meydana getirdiği yan etkileri söylemeniz gerekir.

Lazer: İlaçlarla yeterli sonuç alınamadığında, ilaçlara uyum sağlanamadığında veya üstesinden gelinemeyen yan etkiler görüldüğünde cerrahiye müracaat edilir. Lazer cerrahisi normal cerrahiye geçmeden önce bir ara basamak oluşturur. En sık yapılan uygulama trabeküloplastidir. Bu girişim 15-20 dakika sürer, acısızdır ve ameliyathane şartları olmaksızın yapılabilir. Lazer, göze delik açmaz. Drenaj kanallarını gererek etki sağlar. Lazer cerrahisi sonrası GİB, bir-iki haftada düşeceği için ilaçlara devam edilebilir. İkinci bir uygulama şekli iridotomidir. Bu girişimle açı kapanması glokomu olan kişilerde irise bir delik açılarak göz sıvısının çıkışı kolaylaştırılır.

Cerrahi tedavi: En yaygın yapılan ameliyat trabekülektomidir. Trabeküler ağın bir kısmı çıkarılır. Böylece aközün dışa akımı kolaylaştırılmış olur. Ameliyat sonrası görme eski haline birkaç haftada döner, ama ameliyat öncesi kaybedilen görme kazanılmaz. Ayrıca hastaların bir kısmında katarakt gelişebilir.

Gerek lazer, gerekse normal cerrahi sonrası bazı hastalarda yine ilaç kullanımına devam etmek gerekebilir.

Sonuç
Glokom tedavisi, hasta ve doktordan oluşan ikili bir takımla yapılır. Göz doktoru glokom tedavisini planlar, fakat ilaçları düzenli olarak kullanmak hastanın sorumluluğundadır. Doktorun bilgisi olmadan ilaç düzeninin ve miktarının değiştirilmesi sakıncalıdır.
Glokom-Baş ağrısı ilişkisi
Baş ağrısı, en sık sağlık problemlerimizden biridir. Çoğu kimse baş ağrılarının ciddi bir problem olmadığını ve sıklıkla stres, yorgunluk gibi nedenlere bağlı olduğunu düşünür. Sıklıkla baş ağrısının, gözleri yoran uygunsuz gözlüklere veya göz problemlerine bağlı olduğunu düşünülür, fakat bu doğru değildir. Yani göz yorgunluğu ve görme problemleri baş ağrılarının ana sebeplerinden değildir. Baş ağrısı-göz ilişkisine değinmekte yarar vardır.
Baş ağrılarının sebepleri nelerdir?
Sık görülen baş ağrıları aşağıdaki gruplara ayrılabilir:Gerilim-tipi baş ağrıları;Migren;Baş, göz, kulak, diş vs. hastalıklarıGerilim-tipi baş ağrıları en sık görülen grubu oluşturur. Ağrı alın, şakak, boyun veya göz çevresi gibi alanlarda hissedilebilir. Gerilim-tipi baş ağrıları, iş veya ev hayatındaki bazı sıkıntılı durumlar sonucu meydana gelebilir. İlginç bir pozisyonda uyuma veya çalışma, uzun süreli yakın görüş gerektiren iş yapma, dişleri sıkma, uyku esnasında dişleri gıcırdatma ve aşırı sakız çiğneme de bu tip baş ağrılarına neden olabilir. Bunlar genellikle geçicidir ve basit bir ağrı kesici ile kolayca giderilir. Diğer taraftan devamlı ağrı kesici kullanmak da baş ağrılarını kötüleştirir.
Migren sık görülen bir baş ağrısıdır. Migren ağrısı, baş derisinin ve beyni çevreleyen zarın kan damarlarındaki bir reaksiyonla ilişkilidir, fakat migrenin gerçek sebebi henüz bilinmemektedir. Her on kişiden birinde migren görülür. Bazı kişilerde özellikle migrene eğilim vardır ve aynı ailede geçiş gösterebilir. Küçük çocuklarda bile migren olabilir.
Migren, farklı kişilerde farklı belirtiler verebilir. Migren baş ağrısı olan pek çok kimse yanlışlıkla sinüziti olduğuna inanmaktadır. Yaygın kanaatin aksine sinüs baş ağrıları sanıldığı kadar yaygın değildir.
Göz hastalığına bağlı baş ağrıları, genellikle hastalığın olduğu tarafta göz veya kaş bölgesinde hissedilirler. Bu baş ağrılarına genellikle başka belirtiler eşlik eder:Görme bulanıklığı;Işıkların çevresinde haleler;Işığa aşırı duyarlılık.Baş ağrıları, yüksek kan basıncına bağlı olarak meydana gelebilir. Uzun süren veya tekrarlayan baş ağrıları olduğunda kan basıncını ölçmekte fayda vardır. Buna karşın kan basıncı yüksek seyredipte başı ağrımayan pek çok kişi de mevcuttur.
Beyin tümörü veya hastalığına bağlı baş ağrısı nadirdir.
Göz yorgunluğuna bağlı baş ağrısı olur mu?
Uzun süreli gözlerin kullanımı her türlü baş ağrısını artırır, fakat göz yorgunluğuna bağlı baş ağrısı ancak gözlerin çok uzun süre kullanımından sonra ortaya çıkar. Baş ağrıları sıklıkla gözde problem var gibi belirti verdiği için kronik baş ağrısı çeken kişiler bir göz muayenesinden geçmeyi tercih ederler. Göz ağrılarının nadiren göz hastalığı veya gözlüğe ihtiyaçtan kaynaklanmasına rağmen göz doktoru da baş ağrısının sebebini bulma konusunda yardımcı olabilir.

Göz hastalığı varsa tanısı konur ve göz doktorunuz tarafından tedavisi planlanır. Baş ağrısının sık olmayan bir sebebi varsa daha ileri tetkik ve uygun uzmana sevk gerekebilir.

Baş ağrısı yaygın bir problem olduğu için, kronik ve tekrarlayan baş ağrısı olduğunda detaylı bir muayeneden geçirilmeniz önerilir. Bazı olgularda göz muayenesi olmak da gerekebilir. Baş ağrısı olduğunda glokomdan fazla şüphelenilmez, çünkü ani yükselen göz içi basıncı daha çok gözde ağrı yapar.

Gözyaşı Sistemi
Gözyaşı, gözün üst dış kısmındaki ana bez ile konjonktiva ve kapaklardaki yardımcı bezlerden salgılanır. Göz yüzeyinde dağılarak kayganlık, koruma ve berraklık sağlar. Daha sonra göz kapaklarının burna yakın kısmında altta ve üstteki iki delikten girerek küçük kanallardan gözyaşı kesesine dökülür. Buradan da bir başka kanal ile burun içine iletilir.

Kurugöz
Gözyaşı iki yolla üretilir. Bunlardan biri gözyaşının yavaş ve sabit bir hızda üretimidir ve normal göz kayganlığını sağlar. Diğeri ise gözün uyarılmasına veya duygusal duruma cevaben fazla miktarlarda gözyaşı salınmasıdır. Bazı kimselerde gözün rahat etmesini sağlayacak ölçüde gözyaşı salgısı olmayabilir. Bu duruma kuru göz denir.

Kuru gözün belirtileri

Gözlerde batma ve yanma;Kaşıntı;Gözlerde yapışkan salgı;Sigara dumanı veya rüzgarda gözlerde rahatsızlık;Aşırı sulanma;Kontakt lens kullanımında zorluk.

Kuru bir gözden aşırı sulanma olması anormal gözükmektedir, fakat gözde kayganlığı sağlayacak gözyaşı yoksa göz rahatsız olur ve uyarılır. Böylece aşırı gözyaşı salgısı meydana gelir ve bunu, gözün drenaj sistemi kaldıramadığı için gözden dışa akar.

Kuru gözün sebepleri
Yaşlanırken normalde gözyaşı üretimi azalır. Kuru gözün her yaşta her kişide meydana gelebilmesine rağmen bayanlarda daha sık görülür. Bu, özellikle menapoz sonrası için geçerlidir.

Artritte de kuru göz, bunun yanı sıra ağız kuruluğu olabilir. Kuru göz, ağız kuruluğu ve artrit birlikte Sjogren sendromunu oluşturur.

Pek çok ilaç da kuru göze sebep olabilir. Bunlardan bazıları idrar artırıcı ilaçlar, kalp ilaçları, tansiyon ilaçları, glokom ilaçları, alerji ilaçları, uyku hapları, sinir ilaçları ve ağrı kesicilerdir. Bu ilaçlar sıklıkla kullanıldığı için kuru göz durumu ya tolere edilir ya da “suni gözyaşları” ile tedavi edilir. Bu nedenle kullandığınız tüm ilaçları doktorunuza söylemeniz gerekir.

Kuru gözü olan kimseler tüm göz ilaçlarının yan etkilerine daha çok hassasiyet gösterirler. Örneğin bazı göz damları ve suni göz yaşı preparatlarındaki koruyucular gözü rahatsız edebilir. Özel, koruyucu içermeyen suni gözyaşları gerekebilir.

Kuru göz nasıl teşhis edilir?
Basit bir göz muayenesi ile kuru göz tanısı konabilir. Bazen gözyaşını ölçen testler gerekebilir. Schirmer gözyaşı testinde alt kapağın iç kısmına filtre kağıt parçaları konur ve değişik şartlarda gözyaşı üretimi ölçülür. Diğer bir testte göze floresein veya Rose Bengal isimli boyalar damlatılarak belli boyanma şekilleri araştırılır.

Kuru göz nasıl tedavi edilir?
Göz yaşı eklenmesi
Suni göz yaşları normal gözyaşına benzer. Bunlar gözü kayganlaştırır ve nemlendirir. Suni gözyaşlarındaki koruyuculara duyarlılık varsa koruyucusuz suni göz yaşları kullanılabilir.

Sık aralarla damla damlatma ihtiyacı varsa, koruyucu içermeyen göz yaşlarını kullanmak daha iyi sonuç verebilir. Ayrıca alt kapağın içine günlük olarak yerleştirilen ve yavaş salınım gösteren katı gözyaşı preparatları da mevcuttur.

Bandaj kontakt lens
Göz yüzeyinde hastayı ileri derecede rahatsız eden bozukluklar meydana geldiğinde tercih edilir, fakat bu durumda yine gözyaşı damlalarının kullanımına devam edilir.

Gözyaşının korunması
Gözün kendi salgısının korunması gözleri nemli tutmanın bir başka yoludur. Gözyaşı küçük bir kanal aracılığı ile gözden burna geçer. Bu kanalların ağzı geçici veya kalıcı olarak tıkanabilir. Böylece gözyaşı korunur, hem de suni gözyaşının etki süresi uzatılmış olur.

Gözyaşı kanallarının tıkanması bazı tıkaçlar, yapıştırıcılar veya elektrokoter ile yapılır. Bunlardan bir kısmı geçici, bir kısmı kalıcı etki gösterebilir. Duruma göre bunlardan biri seçilebilir ya da geçici yöntemlerden biri uygulandıktan sonra, fazla sulanma meydana gelmezse kalıcı bir girişime geçilebilir.

Diğer yöntemler

Gözyaşı da diğer sıvılar gibi buharlaşır. Bu buharlaşmayı önlemenin çaresine bakılabilir. Kışın ev içinde sıcaklık arttığında radyatöre su konarak havanın nemlenmesi sağlanabilir. Rüzgarlı havalarda çevresel koruması olan gözlükler kurumayı azaltır.Kuruluğa sebep olan aşırı sıcak oda, saç kurutucular veya rüzgar gibi her faktörden kuru göz hastasının kaçınması gerekir. Sigara içilmesi de zararlıdır.Kuru gözlü bazı hastalar sabahları gözlerini açamamaktan yakınırlar. Geceleri bir suni gözyaşı merhemi kullanılarak bu şikayet giderilebilir.Fakir ülkelerde ve özellikle çocuklar arasında A vitamini eksikliğine bağlı kuru göz sıktır. Stevens-Johnson sendromu veya pemfigoid gibi anormal durumların sebep olduğu kuru göz hastalarına A vitamini desteği pek fayda sağlamamaktadır.

Göz sulanması
Gözyaşı bezleri tarafından üretilen gözyaşı burna gönderilen gözyaşından fazla ise gözde sulanma, hatta kapakların dışına taşma meydana gelir. Soğuk, sıcak, ışık, ağlama, heyecanlanma, yorgunluk gibi durumlarda göz yaşarması olabildiği gibi bu durum bazı bozuklukların da belirtisi olabilir.

Göz sulanmasının sebepleri
Aşağıdaki nedenlerle gözde sulanma meydana gelebilir:
· Konjonktiva veya korneanın bozuklukları;· Göz kapağı bozuklukları;· Göz içi iltihapları;· Göze yabancı cisim kaçması;· Çocuklarda glokom (göz içi basınç yüksekliği);· Gözyaşı kanallarındaki tıkanıklık veya darlıklar

Gözyaşı kanallarındaki tıkanıklık nasıl tespit edilir?
Detaylı bir muayene ile göz sulanmasının diğer sebepleri dışlandıktan sonra gözyaşı deliklerinden ucu sivri olmayan bir iğne girilerek sıvı verilir, hasta sıvının genzinden geldiğini ifade ediyorsa kanallar açıktır, aksi takdirde kapalıdır. Kanalın kapalı olduğundan emin olmak ya da tıkanıklığın yerini tespit edebilmek için ilaçlı bir filmler gerekebilir.

Gözyaşı kanallarındaki tıkanıklık nasıl açılır?
Bebeklerde bu kanalların tıkanıklığı veya darlığı sık rastlanan bir durum olup bir yaşına kadar genellikle açılır. Bu zamana kadar açılmadığı takdirde genel anestezi altında sonda uygulaması yapılır. Bununla başarı elde edilemezse ileri yaşlarda (4 yaşından itibaren) ameliyat yapılır. Erişkinlerde genellikle ameliyat tercih edilir ve bunun ileri yaşlara bırakılmamasında fayda vardır. Tıkanıklık seviyesine göre teknik değişir ve bazen tüp uygulaması gerekebilir. Bu takdirde tüp uzun süre gözyaşı kanalında bırakılır.

Az Görme


Az görme nedir?
Gözlük, kontakt lensler veya göz içi lens implantları ile görmeniz artırılamıyorsa sizde az görme mevcut demektir. Bu durum körlükle eş anlamlı değildir. Az gören kişilerin hala işe yarar bir görmesi mevcut olup sıklıkla görme cihazları kullanılarak artırılabilir.
Görme bozukluğu hafif ya da ağır olsun, az görme, görmenizin ihtiyaçlarınızı karşılayamadığı anlamına gelir. Görme artırıcı cihazların kullanımına ancak tıbbi ve cerrahi tedavilerden sonra, ya da bunların fayda sağlamayacağı saptandıktan sonra göz hekimi tarafından karar verilir.

Az görme sebepleri nelerdir?
Doğumdan varolan bozukluklar, kalıtsal hastalıklar, yaralanmalar, şeker hastalığı, glokom, katarakt ve yaşlanma az görmeye yol açabilir. En yaygın sebebi gözün sinir tabakasının bir hastalığı olan maküla dejenerasyonudur. Maküla dejenerasyonu merkezi görmeyi bozar, tam körlük yapmaz ve çevresel görme korunur.

Az görmenin farklı tipleri var mıdır?
En sık merkezi görme veya okuma bozukluğu görülmesine rağmen çevresel görme azalması veya renkli görüşün kaybolması şeklinde de karşılaşılabilir. Göz; ışık, kontrast duyarlılık veya kamaşmaya karşı uyum yeteneğini kaybedebilir. Farklı az görme tipleri farklı yardımcı cihazlar gerektirir. Örneğin doğuştan az görmesi olan bir kişi ile sonradan az görme gelişen bir kişinin ihtiyaçları farklıdır.

Az görenler nasıl tedavi ediliyor?
Az görenler için geliştirilmiş pek çok yardımcı cihaz vardır. Her durumda görmeyi normale çeviren tek bir cihaz söz konusu değildir. Farklı amaçlar için farklı cihazlar gerekir. Bu cihazlar uzman ekipler tarafından denenerek kullanabilecek kişilere önerilmektedir. Az görenlere yardım cihazları optik olan ve optik olmayan başlıkları altında incelenebilir.
Optik cihazlar nelerdir?
Bunlar büyütme amaçlı lensler veya lens kombinasyonlarıdır ve normal gözlük camlarından farklıdır. Optik cihazlar beş ana grupta toplanabilir:

Büyütücü gözlükler, normal gözlüklerden daha güçlüdür. Bunları kullanırken okunacak materyalin göze çok yaklaştırılması gerekir, aksi takdirde yazı odak dışında kalır. Önce bu durum ürkütebilir, fakat zamanla alışılır. Yakın için tasarlanmışlardır, göze takıldıkları için okunacak materyal rahatça tutulabilir. Büyütücü gözlükler direk olarak bir gözlüğe monte edilebilirler ya da kişinin kendi gözlük numaraları üzerine eklenebilir. Bunların asferik ve teleskopik şekilleri vardır. Teleskopik olanlar daha kaba görünümlü olmalarına rağmen daha uzak mesafeden geniş bir görüş sağlarlar. Asferik olanlar ise estetik görünür, fakat daha kısa mesafeden daha dar alanı gösterirler. Heri ki büyütücü gözlük tipinin pek çok değişik modelleri piyasada mevcuttur.

El büyüteçleri çoğu kimse tarafından bilinir. Bunlarla okunacak materyal normal mesafede tutulabilir. Kırtasiye veya fenni gözlükçülerden temin edilebilirler.

Ayaklı büyüteçler okunacak materyalin üzerine konur. Bazıları kendinden aydınlatmalıdır. Büyüteçler, görüşü normal aktivitelerine yeten fakat kısa süreli yakın görüş gerektiren senet, fatura, telefon rehberi, telefon tuşları, ev aletlerinin düğmeleri vb. gibi şeylerin görülmesinde oldukça faydalıdır. Ellerinde titreme olanlar, görmesi çok düşük olanlar ayaklı, aydınlatmalı büyüteçlerden yararlanabilir.

Teleskoplar uzak büyütme içindir. Elde ya da gözlüğe monte edilerek kullanılabilirler. Özellikle televizyon seyrederken, otobüslerin yazılarını okurken, ilanlara, panolara bakarken çok yararlıdır; gözlük gibi devamlı kullanımları zordur ve deneyim gerektirir.

Kapalı devre televizyon sistemi, bir televizyon ekranına okunacak materyalin büyütülmüş görüntüsünü verir. Bunların büyütme ve kontrastı ayarlanabilir ve kullanımları diğer cihazlardan daha kolaydır. Sadece okumak veya resimlere bakmak için kullanılır. Siyah-beyaz veya renkli olanları vardır. Özellikle öğrenciler ve masa başı işi yapanlar için oldukça faydalıdır. Son zamanlarda maliyetleri de oldukça düşmüştür.

Optik olmayan cihazlar nelerdir?
· Büyük yazılı kitaplar, gazete ve dergiler;· Düzgün yazmaya yardımcı cihazlar;· Büyük oyun kartları;· Büyük telefon tuşları;· Yüksek kontrastlı saat ekranları;· Konuşan makinalar (saatler, bilgisayarlar);· Yazıyı gösteren ve yüksek sesle okuyan makinalar;
Optik olmayan en basit yöntem görülmesi istenen şeye yanaşmaktır. Görülmesi istenen nesneye yaklaşmak, gözlere zarar vermez.

Az gören kimseler için aydınlatma önemli midir?
Uygun aydınlatma, az görenlere yardım cihazı kadar önemlidir. Benzer bir işi yapmak için 60 yaşında sağlıklı bir kişi, 20 yaşındaki haline göre iki kat aydınlatmaya ihtiyaç duyar. Aydınlatma kaynağı okunacak materyale yakın tutulmalı ve bu amaç için ayarlanabilir kolları olan yüksek yoğunluklu ışıklar kullanılmalıdır. Yansıyan ışıklar siper kullanılarak veya emici lenslerle yok edilebilir.

Az görenlere yardım için hangi hizmetler vardır?
Göz doktorunun tam bir muayene yapması şarttır. Az görmenizin sebebi tespit edildikten sonra bu cihazlar önerilir veya bu cihazların uygulanabileceği bir merkeze sevk yapılır. Hükümetler veya özel kuruluşlar az görenler için sosyal servisler sunabilirler. Bunlar konuşan kitaplar, bağımsız evde yaşayabilme eğitimi ve bazen oryantasyon ve hareketlilik eğitimi olabilir.

Göz Sağlığı - Uçuşan Cisimler


Bazen görme alanınızda küçük uçuşan noktalar veya karanlık alanlar görürsünüz. Bunlar genellikle boş bir duvar veya mavi gökyüzü gibi düz bir zemine bakarken belli olurlar. Uçuşan cisimler aslında, gözünüzün içini dolduran ve vitre ismi verilen saydam jel şeklindeki sıvıda bulunan hücrelerin küçük birikintileridir.
Bu nesneler sanki gözün önünde uçuşuyormuş gibi görünmesine rağmen aslında gözün içindedirler. Sizin gördükleriniz onların gözün sinir tabakası üzerine düşen gölgeleridir.Uçuşan cisimler farklı şekillerde olabilirler: Küçük noktalar, çemberler, çizgiler, bulutsu veya ağ şekiller veya tespih taneleri gibi.

Uçuşan cisimlerin sebepleri nelerdir?
İnsanlar orta yaşlara ulaştığında vitre kalınlaşmaya ve büzüşmeye başlar ve gözün içinde kümeleşmeler veya lifler oluşur. Vitre jeli gözün arka duvarından ayrılır. Böylece arka vitre dekolmanı oluşur. Bu durum, uçuşan cisimlerin sık görülen bir nedenidir.
Arka vitre dekolmanı aşağıdaki durumlarda daha sıktır:· Miyopi;· Göz yaralanması;· Katarakt cerrahisi geçirilmiş olması;· YAG lazer cerrahisi yapılmış olması;· Göz içinde iltihap olması;
Uçuşan cisimler ani gelişirse uyarıcı bir belirti olabilir. 8-10 yaşından itibaren pek çok insanda görülebilir. 45 yaşın üzerindeyseniz ve aniden uçuşan cisimler görmeye başlamışsanız hemen göz doktoruna müracaat etmelisiniz.

Uçuşan cisimler ciddi bir durum olabilir mi?
Büzüşmekte olan vitre retinayı çekerse yırtık meydana gelebilir. O zaman göz içinde hafif bir kanama olur ve kan, yeni oluşan uçuşan cisimler olarak görünebilir.
Retina yırtılması daima ciddi bir problemdir, çünkü retina dekolmanına yol açabilir.
· Ani bir uçuşan cisim oluştuğunda;· Ani ışık çakmaları olduğundahemen göz doktoruna müracaat ediniz.
Çevresel görme kaybı gibi ek belirtiler olduğunda da mutlaka göz doktoruna görünmelisiniz.

Uçuşan cisimler için ne yapılabilir?
Retinada yırtık oluşup oluşmadığını bilmeniz gerektiği için aniden uçuşan cisimler gördüğünüzde dotorunuza müracaat etmelisiniz.
Okumaya çalışırken göz önünde görünen cisimler oldukça rahatsız edicidir. Bu cisimleri gözün önünden uzaklaştırmak için yukarı aşağı bakabilirsiniz.
Bir kısım uçuşan cismin sebat edebilmesine rağmen çoğu zamanla kaybolur veya verdiği rahatsızlık azalır. Yıllardır uçuşan cisimler görüyorsanız fakat aniden yenileri oluşmuşsa yine hemen göz doktoruna müracaat etmeniz gerekir.

Işık çakmalarına ne sebep olur?
Vitre jeli retinaya sürtündüğü veya onu çektiği zaman şimşek çakar gibi ışıklar görürsünüz. Göze darbe alındığında da yıldızların uçuşması tarzında ışıklar görülür.
Işık çakmaları beş-on hafta veya ay boyunca tekrar tekrar olup kaybolabilir. Yaşınız ilerledikçe ışık çakmaları daha da artar. Ani ışık çakmaları gördüğünüzde retina yırtığı olabileceği için derhal göz doktoruna görünmeniz gerekir.

Migren
Bazı kimseler, ışık çakmalarını sıklıkla 10-20 dakika kadar süren zigzaglı veya dalgalı çizgiler halinde görebilirler. Bu tip ışık çakmaları genellikle beyindeki kan damarlarının spazmına bağlıdır ve migren denir.
Işık çakmalarını başağrısı izlerse buna migren başağrısı denir. Fakat başağrısı olmadan da zigzaglı veya dalgalı çizgiler görülebilir. Bu durumda ışık çakmalarına göz migreni veya başağrısız migren denilir.

Gözleriniz nasıl muayene edilir?
Önce damlalarla göz bebekleriniz genişletilir. Retina ve vitre dikkatle izlenir. Gözleriniz genişletildiği için bulanık görme meydana gelir. İlaçla gözbebeğinizin büyümesi geçicidir. 10-12 saat sonra gözbebeğiniz eski halini alır ve gözünüzde kalıcı bir zarar meydana gelmez. Bulanık görme nedeniyle arabanız varsa yanınızda onu sürecek birini getirmeniz gerekir.

Yaşlandıkça uçuşan cisimler ve ışık çakmaları artmaya başlar. Tüm uçuşan cisimler ve ışık çakmaları ciddi olmamakla birlikte retinanızda bir hasar olup olmadığını anlamak için iyi bir göz muayenesinden geçirilmeniz şarttır.

GÖRME DEĞERLENDİRMESİ
Görme değerlendirmesi göz muayene ve check-up’larının vazgeçilmez bir bölümünü oluşturur. Görme düzeyi sonraki yapılacak değerlendirmeler açısından önemli bir yer tutar. İnsanlar karşılaştırma şansına sahip olmadıkları takdirde dünyayı algıladıkları gibi zannederler ve kapasitelerinin boyutunu tasavvur edemezler. Normal gördüğünü zanneden pekçok kimse arkadaşlarının görebildiği şeyleri göremediği zaman derhal doktora müracaat eder.

Görme azlığı göz hastalıklarının meydana getirdiği şikayetler arasında ilk sırayı tutar. Muayenelerde özel büyüklükteki harflerle görme test edilir. On sıradan oluşan bu harflerden en az dokuz sırayı bilenler normal görmeye sahip olarak kabul edilir. Okullarda yapılan görme muayeneleri en basit düzeydeki check-up’a bir örnek olarak gösterilebilir. Bu şekilde eksik gördüğü tespit edilen çocuklar daha ileri muayeneye sevk edilerek tedavilerinin yapılması sağlanır.

Çok küçük çocuklarda görme muayenesi ayrı bir öneme sahiptir. 3 yaşın altındaki çocuklarda görme durumunun değerlendirilmesi için belli başlı testler mevcuttur. Ayrıca diğer yapılacak muayeneler de görme konusunda belli bir fikir verir. 3 yaşından büyük çocuklar genellikle E harfinin yönü öğretilerek görme muayenesine alınabilir. İleri düzeydeki görme bozuklukları anne-babanın da farkedebileceği bulgular meydana getirir. Orta düzeydeki görme bozuklukları ise yıllarca farkedilmeden kalabildiği gibi sebep olan hastalığın durumuna göre de ilerleme yapabilir.

GÖZ NUMARASININ BELİRLENMESİ
Az görmenin önemli nedenlerinden biri gözlerde miyop, hipermetrop veya astigmatizma gibi bir kusurun bulunuşudur. Bu kusurlar çoğunlukla iki gözde mevcut olur. Bazen bir göz normal diğeri kusurlu olur, bazen de iki gözde farklı kusurlar bulunabilir.

Kırılma kusurları yaşa göre farklı dağılım gösterir. Çocuklarda ve küçük yaşlarda hipermetropi ön planda iken ileri yaşlarda miyop ve astigmatizma sıklığı artar. 40 yaşından sonra ise presbiyopi dediğimiz ve hipermetrop gibi tashihi yapılan yakın görme bozukluğu meydana gelir.

Kusurların farklı yaşlardaki tashih ve tedavisi de farklılık gösterir. Örneğin okula başlamadan önceki dönemlerde görülen kusurlar çok yüksek olmadığı ve iki göz arasında fazla fark olmadığı sürece tedavi edilmezler. Numara çok yüksek olduğunda veya iki göz arasındaki fark fazla olduğunda ileri yaşlarda tedavisi mümkün olmayan göz tembelliğinin ortaya çıkmasının engellenmesi amacıyla tedavi yapılır. Böyle durumlarda gözlük veya kontakt lens kullandırılabildiği gibi bazen cerrahi veya lazer tedavilerine de müracaat etmek gerekebilir.

Okul döneminde hipermetropi azalır, miyopi artarken astigmatizmada çok az değişiklik meydana gelir. Değişikliklerin tespiti için çocukların en az yılda bir defa kontrolden geçirilmeleri gerekir. Uygun olmayan gözlük veya kontakt lensler çocukların performansını etkiler.

İleri yaşlardaki göz kusurları yüksek numaralarda görme bozukluğuna yol açarken düşük numaralarda görme bozukluğu yanısıra başağrısı, göz ağrısı, gözde yorgunluk gibi şikayetlere de neden olurlar.

Bazen normal muayene sonrası da hastaların şikayetleri devam edebilir. Bu durumda gözlüğün kontrolü gerekir. Herşeyin yolunda görünmesine rağmen gizli bir kusur veya spazm gibi durumlar da bunun nedeni olabilir.
Unutulmaması gereken bir nokta da her hastaya her yöntemin aynı başarıyla uygulanamayacağıdır. Yapılan değerlendirmeler sadece kusurun tespitine yönelik olmamalı, aynı zamanda kişi için ideal seçeneğin gözlük mü, kontakt lens mi, ameliyat mı yoksa lazer mi olduğunu da belirlemelidir.

GÖZİÇİ BASINÇ (GÖZ TANSİYONU) ÖLÇÜMÜ
Hastaların önemli bir kısmı göz tansiyonunun belirtilerini merak eder. Diğer taraftan oldukça fazla sayıda kişi başı veya gözü ağrıdığında göz tansiyonunun yükseldiğini zanneder. Kişinin göz tansiyonunun belirtilerini öğrenmek istemesi veya başı ve gözü ağrıdığında göz tansiyonundan şüphelenmesi yanlış şeyler değildir. Gerçekten göz tansiyonu baş ağrısı, göz ağrısı, gözde kızarıklık, görme bulanıklığı, ışığı karşı hassasiyet ve mide bulantısı gibi şikayetler meydana getirir. Ancak bu şikayetlerin meydana geldiği göz tansiyonu hasta sayısı toplam sayı içinde çok az bir yeri işgal eder.

Göz tansiyonunun normal değeri 10-21 mmHg arasındadır. Bu değerler 35-40 mmHg’yı geçmedikçe kolay kolay bulgu vermezler. Göz tansiyonu yüksekliğinin meydana getirdiği glokom isimli hastalık çoğunlukla sinsi seyreder ve hasta ancak merkezi görmesi etkilendiğinde bunun farkına varabilir. Bu ana kadar kaybedilen çevresel görme maalesef bundan sonra geri kazandırılamaz.

Öncelikle herkesin bu hastalık yönünden dikkatli olması ve düzenli kontrolden geçmesi gerekir. Fakat bazı kişiler normal topluma göre daha yüksek risk altındadırlar:
45 yaşını geçenler,Akrabalarında glokom bulunanlar,GİB anormal şekilde yüksek seyredenler,Şeker hastalığı,Yüksek miyopi,Uzun süreli kortizon kullanımı,Göz yaralanması,Yüksek kan basıncı,Şiddetli kansızlık ve şok geçirilmiş olması.Bu risk grubunda olanların daha titiz davranmaları gerekir.

MİKROSKOBİK MUAYENE
Mikroskobik muayenede ek bir araç kullanılmıyorsa gözün ön kısmındaki kapaklar, kirpikler, konjunktiva, kornea, sklera, iris, göz bebeği, lens ve vitreus gibi yapıların değerlendirmesi yapılır. Bu yapıların hastalık veya bozuklukları genellikle bazı şikayetler meydana getirir. Bu şikayetleri bazı kişiler fazlaca değer verirken bazıları da önemsemez. Gerçekten gözde hiçbir sorun yokken kişinin bünyesine ait faktörler ve çevreye ait faktörler nedeniyle bazı şikayetler meydana gelebilir. Ancak aynı şikayetleri gözde bulunan bir hastalık da meydana getirebilir.

Örneğin gözde yanma ve batma hissi uzun süreli ve yoğun bir çalışmanın ardından meydana gelebilir. Ama aynı şikayetler göz kuruluğu, göz kapağı iltihabı, göz yüzeyinin iltihabi durumları, göze yabancı cisim kaçması gibi durumlarda da meydana gelebilir. Heriki durumda da dinlenmekle bir miktar rahatlanma sağlanır. Ancak şikayetler bir hastalığa bağlı ise giderek artış gösterir.

Kısacası gözdeki şikayet ne olursa olsun önemsiz görülmemelidir. Erken müdahale ile ileride meydana gelebilecek sorunlardan korunmak mümkündür.

GÖZYAŞI TESTLERİ
İnsanın gözyaşı 3 katmandan oluşur. Bunlar dıştan içe doğru yağ, su ve musin katmanlarıdır. Bu katmanların herbiri ayrı ayrı hücre veya bezlerden salgılanır. Gözyaşı gözümüze kayganlık vererek rahat hareket etmesini sağlar, gözümüzü mikroplara karşı korur, gözün önündeki belli hücrelerin beslenmesine katkıda bulunur ve en önemlisi cisimleri net olarak görmemizi sağlar. Gözyaşındaki herhangi bir bozukluk yanma, batma, kaşıntı, kuruluk, kızarıklık ve bulanık görme gibi şikayetler meydana getirir.
Gözyaşı bozuklukları kendi başlarına bir salgı bozukluğu olabildiği gibi bazen göz yüzeyi ve çevresini tutan hastalıkların meydana getirdiği düzensizlik şeklinde de olabilir. Klinikte gözyaşı incelemeleri biyomikroskop yardımıyla yapılır. Ayrıca Schirmer kağıdı denilen özel kağıtlarla gözyaşı yeterliliği tespit edilebilir.

Gözyaşı eksiklik veya düzensizliklerinin erken tedavisi ileride meydana gelebilecek olan göz yüzeyi düzensizlikleri, kornea ödemi ve sonuçta görme kaybı gibi şikayetlerin en aza indirilmesine yardımcı olur.

GÖZYAŞI KANALININ TEST EDİLMESİ
Göz sulanması da toplumda sık rastlanan bir şikayettir. Gözde sulanma yapan nedenin ne olduğunun ortaya çıkarılması gerekir. Göz enfeksiyonları, yabancı cisimler, allerjiler, pinguekula ve pterjium denilen et büyümeleri ve çevresel faktörler gözde sulanma meydana getirebilir. Bebeklerde göz sulanması yapan önemli bir hastalık göz tansiyonu yüksekliği yani glokomdur.

Gözde sulanma olan hastanın bu gibi durumlara yönelik değerlendirmesinin yapılması gerekir. Ancak gözyaşı kanalı test edilmezse muayene eksik kalmış demektir. İnsanın gözyaşı salgı bezlerinden salındıktan sonra göz yüzeyini ıslatarak burun kökündeki pınarcık denilen bölüme gelir ve oradaki iki adet delikten ince kanallar vasıtasıyla buruna aktarılır. Bu sistemin incelenmesinde bazı özel boyalar kullanılabilir ya da film çektirilebilir. Ama en pratik olan ve kliniklerde en çok kullanılan yöntem ince bir kanül ile sıvı verilerek kanalın açık mı yoksa kapalı mı olduğuna bakılmasıdır.

GÖZ HAREKETLERİNİN İNCELENMESİ
Göz hareketlerinin incelenmesi özellikle bebek ve çocuklara yönelik check-up’larda daha fazla önem taşır. Çocuklarda mevcut olan şaşılık veya diğer göz hareket bozuklukları kolayca yakınlarının gözünden kaçabildiği gibi bazen de herhangi bir anormallik olmadığı halde çocuğun gözünde bir kayma olduğundan şüphelenilebilir. Çocuğun gözünde bir kayma mı, yalancı bir şaşılık mı olduğuna yoksa normal mi olduğuna objektif testlerle karar verilmelidir.

Şaşılık muayenelerinde açma-kapama testleri, prizma testleri, özel lenslerle muayene, sinoptofor veya Hess perdesi gibi değişik yöntemler kullanılır.

Şaşılığın riskleri konusunda en çok korkulacak konu göz tembelliği geliştirmesidir. Bazen ileri derecedeki kaymalar herhangi bir göz tembelliği meydana getirmezken bazen de gözden kaçabilecek düzeydeki basit bir kayma görmeyi bozabilir. Göz tembelliği ancak erken yaşlarda tedavi edildiği takdirde iyi sonuç alınabilir.

Gözdeki kaymalar çoğunlukla kasların çalışmasındaki bir dengesizlikten meydana gelir. Hastaların bir kısmında ise göz görmediği için kayar. Görmeyi bozan faktör bir doğumsal anomali, bir katarakt, bir glokom, bir tümör veya göz siniriyle ilgili bir hastalık olabilir. Kaymaya neden olan faktörün erken tespiti görmenin kazandırılması ve kaymanın tedavisinde yardımcı olduğu gibi bazen hayati önem bile taşıyabilir.

SİNİR TABAKASI VE GÖZ SİNİRİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ
Sinir tabakası ve göz siniri hastanın şikayetleriyle ilişkili olmadıkça detaylı bir incelemeye tabi tutulmayabilir. Ancak bazı sinsi hastalıklar ve risk faktörleri bu bölümlerin detaylı incelenmesiyle tespit edilebilir.

Örneğin belirti vermeyen bir sinir tabakası yırtığı ilerleyerek dekolman denilen duruma dönüşüp görme kaybına neden olabilir. Bu hastalık yönünden risk taşıyan insanlar vardır. Bunlar yüksek miyop ve miyop astigmatlar, yakınlarında böyle bir hastalık geçirmiş olanlar, darbeli sporlar yapanlar, göz yaralanması geçirmiş olanlar, göz ameliyatı geçirmiş olanlar, diğer gözünden böyle bir hastalık geçirmiş olanlardır. Bir diğer risk grubu sinir tabakasının çevresel kısımlarında dejenerasyon denilen bozuklukları olanlardır. Bu bozukluk ilgili bölümlerin özel muayene yöntemleri ile incelenmesi sonucunda ortaya çıkarılabilir.
Bazen göz sinirinin muayenesi tedavi yönünden önem arzeden glokom hastalığını ortaya çıkarabilir. Yüksek seyreden göziçi basıncı göz sinirinin başında çukurluk oluşturarak görme kaybı meydana getirir. Göziçi basınç ölçümleri ile glokom hastalığı çoğunlukla tespit edilir. Bazı glokom hastalarında ise göziçi basıncının normal sınırlar içinde olmasına rağmen göz sinirinde hasar mevcuttur. Bu kişilere normal veya düşük tansiyonlu glokom hastası denir.
Göz önünde sinekler uçuşması, çizgiler görünmesi, noktalar görünmesi, nesnelerin farklı renk ve şekillerde görünmesi, düz bir zeminde bazı cisimlerin görünmesi, gözde şimşek çakmaları, göz önünde kurum yağması, perde inmesi gibi şikayetler yaygın görülen ancak az önemsenen şikayetlerdir. Bu şikayetlerin tedavi gerektirmeyen basit durumlara bağlı olması olasılığı çok yüksektir. Ancak tedavi gerektiren bir durum varsa bu ciddi bir durumdur ve derhal tedavisi gerekir.

KORNEA EĞRİLİKLERİNİN BELİRLENMESİ VE KORNEA HARİTASI
Bazı hastalar görme bozukluğu nedeniyle muayeneye gider, doktorun titiz gayretlerine rağmen verilen gözlük veya başka tedavi aracından memnun kalmaz. Normal muayene çerçevesinde korneaya ait bazı düzensizlikler ve hastalıklar tespit edilemeyebilir. Bunların başında düzensiz astigmatizma ve keratokonus gelir. Bu bozuklukların tespiti hastanın tedavi ve rehabilitasyonunda farklılık meydana getirir.

Keratometre denilen cihazla kornea eğriliğinin ölçümü ya da daha ileri bir yöntem olarak korneal topografi cihazıyla korneanın kırıcılık haritasının çıkarılması böyle durumları ortaya çıkarır. Kontakt lens kullanmak veya lazerle gözlerini tedavi ettirmek isteyenlerin de bu incelemelerden geçmesinde fayda vardır.

KORNEA KALINLIĞININ BELİRLENMESİ
Kornea kalınlığının belirlenmesi klinikte en çok lazerle gözlükten kurtulmak isteyenler açısından önem arzeder. Bunun dışında tanısal amaçlı olarak da kornea kalınlığının ölçümü yapılabilir.

Check-up’ta kornea kalınlığının ölçümü en çok göziçi basıncı yüksekliği olanlarda mana ifade eder. Göziçi basınç yüksekliği herhangi bir görme bozukluğu meydana getirmiyorsa, görme alanında bozukluk yapmıyorsa, göz sinirinde hasar meydana getirmiyorsa glokom hastalığı var dememiz zorlaşır. Bu durumdaki hastalar yakın takibe alınır ya da bazı doktorlar tedavi vermeyi uygun görürler. Glokom hastalığı olmadığı halde böyle bir tedavinin başlanması hastaya hem ekonomik külfet hem de psikolojik sıkıntı getirir. Son zamanlarda yapılan çalışmalarda kornea kalınlığının fazla olduğu kişilerde göziçi basıncının yüksek ölçülebildiği vurgulanmaktadır. Kornea kalınlık ölçümü şüpheli hastalarda glokom tanısından uzaklaştırabileceği gibi önceden yanlış glokom tanısı almış kişilerin de ortaya çıkarılmasını sağlar.

GÖZ YAPILARININ ÖLÇÜMÜ
Normal cetveller kullanılarak gözün ön kısmından görülen kapaklar, kapak aralığı, kornea genişlik ve yüksekliği, iki göz arasındaki mesafe gibi ölçümler yapılabilir. Hertel ek-zoftalmometre denilen özel bir aletle gözün öne doğru çıkkınlığı ölçülebilir. Ultrason dalgalarıyla da gözün ön-arka uzunluğu, lensin kalınlığı ve ön kamara derinliği gibi ölçümler gerçekleştirilebilir.

Bu ölçümler ile göz kapaklarının normal pozisyonda olup olmadığı, kapaklarda herhangi bir düşüklük olup olmadığı, korneanın normal boyutta olup olmadığı, gözlerin ileri doğru çıkkınlığının normal olup olmadığı ve göz içine ait ölçümlerin normal olup olmadığı anlaşılabilir.

Bu kriterlerin herbirinin belli hastalıkların tanısında ve klinik uygulamalarda yeri vardır.

RENK GÖRMENİN DEĞERLENDİRİLMESİ
Renk görme muayenesi İshihara denilen ve renkli noktalardan oluşan harflerin okutulduğu bir kitap ile yapılır. Daha ileri renk görme testleri olduğu gibi renk yumakları tarzında basit testler de mevcuttur.

Renk görme bozukluğu ya da renk körlüğü sık görülen bir durum olup anne-babadan çocuklarına geçiş gösterir. Bu bozukluk yönünden kız çocukları çoğunlukla taşıyıcı olarak kaldıkları için erkeklerde daha sık görülür.

Renk görme muayenesi de bazı hastalıkların tanı ve tedavisinde kullanılır. Ancak en büyük önemi ileride muvazzaf asker, pilot, güvenlik görevlisi veya polis olmak isteyenlerde belirir. Ayrıca sürücü belgesi alabilmek için de renk körlüğünün olmaması gerekir. Önceden belirlenecek renk körlüğü çocuklarımıza yön verme konusunda bize yardım olacak, beklentilerimizi ona göre ayarlayacak ve sahip olamayacağımız fırsatların kapısına vardığımızda böyle bir kusurun tespiti ile daha fazla hayal kırıklığına uğramaktan kendimizi muhafaza etmiş olacağız.

GENİŞ KAPSAMLI CHECK-UP
Geniş kapsamlı check-up denilince gözle ilgili bilgi verebilecek pekçok tetkik dahil edilebilir. Ancak bu kapsamda kısaca bahsedeceğimiz bu tetkikler gerek külfetli olması, gerekse bazı yan tesirlerinin bulunması nedeniyle doktorun lüzum görmesi halinde teklif edilir ve hasta da isterse yapılabilir.
Göz ultrasonografisi muayeneye rağmen gözün arka kısmının görülemediği veya göz küresi çevresindeki dokuların değerlendirilmesi gerektiği durumlarda kullanılır. Bazen gözün arka kısmında görülen bir kitlenin de ultrasonla değerlendirmesi yapılabilir.

Görme olayı gözle başlar ve başımızın tam arkasında bulunan beyin kısmının görüntüyü algılaması ile sona erer. Ayrıca değişik refleksler ve göz hareketleri beynimizin belli bölümlerince kontrol edilir. Bu sistemlerle ilgili gerek gördüğümüz gerekse göremediğimiz bölümlerin değerlendirilmesi açısından klasik röntgen filmleri, bilgisayarlı tomografi, manyetik rezonans görüntüleme, karotid arter ultrasonografisi ve ilaçlı tetkikleri yaptırabiliriz.

Gözün sinir ve damar tabakasının hastalıklarının tanısının konulmasında koldan ilaç verilerek çektirilen fundus floresein anjiografi ve indosyanin yeşili anjiografi gibi tetkikler yaptırılabilir.

Sinir tabakası ve görme sinirinin değerlendirilmesi için çok ileri yöntemler kullanılabilir.
Görme alanı tetkiki yaptırılarak glokom ve görme yollarının hastalıkları konusunda fikir sahibi olunabilir.

Teknolojik gelişmeler hergün yeni yeni imkanlar sunmakta ve hastalıkların tanısı daha da kolaylaşmaktadır. Geri dönüşü olmayan bir yola girilmeden önce çocuklarımızı en azından 3 yaşından önce bir defa muayeneden geçirelim. Daha ileri yaşlarda da yılda bir defa check-up amaçlı göz muayenesini ihmal etmeyelim.

Yazar & Kaynak: http://saglik.tr.net, M. Sinan Sarıcaoğlu - Ahmet Karakurt